Günün ilk saatlerinde gözlerimi tekrar dünyaya açmıştım. Kendime vakit ayırmak adına dışarıda gezmek istiyordum. Kahvaltımı yapıp çantamı hazırladım. Bir defter, bir kalem ve evde unutulan mavi bir tesbih. Evden çıktım yine caminin minaresinde yerimi almalıydım. Bugün güneş ve rüzgar sinirli değildi. Bu fırsatı kaçırmamalıydım. Sokaklar günün erken saatlerinde dilini yine yutmuştu. Uykusundan uyanan kuşlar binaların arasından hızla geçiyordu. Bomboş sokaklar sanki bana ait gibi yürüyordum. Geçtiğim sokaklar öğle vaktinde dolup taşacaktı. Belki de sokakların en multu anı buydu. Ve bu mutlu an güneş en tepeye gelince ortaya çıkıyordu.
Uzun süre yürüdükten sonra artık o camiye gelmiştim. Kapısından girdiğimde içime dolan bir huzur burada yıllarca yaşayabileceğimi hissettiriyordu. Ortada henüz kimse yoktu. Minareye çıkmak için merdivenlere doğru ilerledim. Minarenin tepesine çıktım. Güneş etrafa yaydığı eşsiz ışığını kırmızı, turuncu ve sarı renkleriyle renk şöleni oluşturuyordu. Oturup izledim güneşin gökyüzüne bıraktığı eşsiz sanatı. Keşke bir fotoğraf makinem olsaydı dedirtmişti, bu güneşin doğuşu. Tüm hislerim ve duygularım bu yokluğun içinde kuru bir ağacın yüreği gibi yanmaya başladı. "Hayırlısı" dedim.
Ve gerçekten nasip değilse istediğim ne olursa olsun. Unutmalıydım. Çünkü nasipse ellerime kendisi gelirdi.Defterimin ilk sayfasına bu gördüklerimi hemen yazmalıydım.
"Güneş yine doğdu aynı yerden.
Ben gözlerimle baktım ona
Nazikçe...
Çok bozulmadan."
(Kuşların Gökteki Dansı. 2.s.)Hiç bozmadan yazmaya devam ettim.
" Boyadın yine yüreğindeki aşk ile
Aşk seni de maşuk etmiş çok belli
Bu ihtişamlı sevgi gösterisi kim için söyle
Aramızda kalır yine seversin üzülme!"
(Kuşların Gökteki Dansı 2.s.)Minarede satırı satırına gördüklerimi yazarken tekrar tekrar okuduğum bu son kıtayı yukarı gökyüzüne doğru kaldırdım. Şiir kıtası karanlığın içinde kaybolurken. Defterle birlikte en kıymetli kalemimi de yanında tutuyordum. Bu oluşan güzel görüntüyü aklımın içinde bir kare oluşturmak için iki gözümü yavaşça kapatıp açıyordum. Gerçekten bu işe yarıyordu. Ve benim bir kameramın olmaması bunu keşfetmeme vesile oldu. Bu yöntemle bilinçaltım da her görüntüyü saklayabiliyordum.
Elimdeki kalemin parmaklarım da gevşediğini fark etmedim. Elimden bir anda kaydı. Tutmak için kendimi öne attım. Önce yuvarlandı sonrada kalemim minareden aşağıya düşüverdi. Biri görmüş müdür? Diyerek kendimi sorguluyordum. Ya birinin kafasına geldiyse. İşte başım büyük dertteydi. Aşağıya bakmak için korkuluklara tutundum. Aşağıya eğildim. Avluda pembe kalemimi göremiyordum. Tek ilham kaynağım, mürekkebi bitmeyen tek dostum. Hiç bir yerde görünmüyordu. Belki de aşağıya inip bakmam lazımdı. Hemen toparlandım. Çantamdan çıkardığım eşyaları geri koydum. Minare kapısı hafif açılmaya başladı. Rüzgar mıydı yoksa kapı bozuk muydu? Korkunç bir vaka ile karşılaşabilirdim. Kapının ardına bakarken gördüğüm kişi yine o güzel yüzlü genç çocuktu. Elinde benim kalemim gözlerinde öfke vardı. Ama kızgın değildi. Sanki sabır onda tükenmeyen bir aşktı. Konuşmak için dudaklarını kımıldatmaya başladı. O konuşmadan ben konuşmaya atıldım.- Çok üzgünüm. Üstüne gelmemiştir inşAllah.
Gömlek cebini gösterdi. Cebine mi girmişti yani,- Nasıl isabet oldu bilmiyorum. Sanırım kalemin benim gömlek cebimde gezmeye çok meraklı.
Yüzünde biraz espri biraz samimi bir duruş vardı. Gözlerimle gözlerini süzmek istiyordum. Fakat bunu hiç başaramadım. Ya kendime hâkim olamazsam. Ya nefsim kötü bir amel işlerse. Gözlerimi haramdan sakınmak için. Gözlerine bakmamaya çalıştım. Tekrar konuşmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuşların Gökteki Dansı (+13/ H.N.A)
Teen Fiction"Özgürlük için kuş, Kuş için gök gerek." - Kuşların Gökteki Dansı Yazmaya yeni başladığım kitap ile sizlerleyim. Sizlerde benimle aynı heyecana yaşamak için. Kitabı kütüphaneye ekleyebilirsiniz. Keyifli okumalar. Kesinlikle yorum yapmanızı istiyorum...