beş

196 28 22
                                    

uzaklardan öfkesiyle birlikte bağırarak gelen fırtınanın ışıkları şimşeklere gökyüzünde parlıyordu. iki bulut bir yıldırım yaratacaktı yakında ama ikisi de daha bunu bilmiyordu. ilk yağmur damlası tozlu zemine düştüğünde üzerlerine gelmişti fırtına.

jimin'in yakın arkadaşı minhyuk ona veda etti. yağmurun başladığını, üşütmeden kuru bir yere gitmesini söyledi. jimin de tatlı bir gülüş sunup kafasını salladı, birbirlerine veda edip ayrıldılar. jimin tercih ettiği şekilde yalnız kaldığında derin bir nefes verdi. yağmurlu havaları seviyordu, karlı havadan daha fazla değildi ama.

jeongguk ve arkadaşları durakta otobüs bekliyorlardı. altısı birden tüm durağı kaplıyorlardı neredeyse, diğer herkes araya sıkışmaya ya da otobüsü yağmur altında beklemeye maruz kalıyordu.

jeongguk kafasını yana çevirdiğinde okulun önünde babasının arabasını beklediğini gördü. onun hakkında oradan buradan birkaç şey daha öğrenmişti. ona olan ilgisini kabullenmişti, ancak önüne geçmeyince bu merak çok büyüyebiliyordu.

kendisini bile şaşırtıyordu bu haliyle. bunun en başta bir gurur meselesi olduğunu düşünüyordu. seviştiği herkese unutulmaz bir gece yaratırken bu çocuğun hafızasında ufacık bile bir kırıntı kalmamasını yediremediğini, bu yüzden onunla ilgilendiğini düşünüyordu. zamanla jimin'e her yakınlaşmaya çalıştığında, çocuğun o gecekinin tam tersi bir tavır takınması onu eğlendirmiş, onun duvarlarını yıkmaya çevirmişti tüm odağını.

çocuğun uzun saçlarının ıslanıp aşağı akarak yüzüne yapışışını izledi. hakkını yeterince veremiyordu, bu yüzden bir kez daha kabullendi. gerçekten çok güzel bir çocuktu. başka diyebileceği bir şey yoktu, sadece güzeldi, buz prensi ama lanet olası çok güzeldi.

ıslanıp ağırlaşmış kapüşonunu nemli saçlarının üstüne çekti yeniden. yağmurda ıslanıp söneceğini bildiği sigarasından da son bir kez çekip sönmesi için bir yağmur birikintisine attı ve yağmurun altına çıkıp arkadaşlarının yanından ayrıldı.

"nereye gidiyorsun?" seslenip sordu yoongi.

jeongguk yürürken omuzunun üzerinden arkaya seslendi. "geleceğim hemen."

"acele et, otobüs gelecek." dediğini duydu birinin ama yağmur sesinden kim olduğunu ayırt edememişti. onlardan uzaklaştıkça kıyafetleri daha çok ıslanıyordu.

yolculuğu en az kendisi kadar sular içinde kalmış çocuğun yanında son buldu. jimin ne kafasını çevirmiş, ne ona tepki vermiş, ne de herhangi başka bir şey yapmıştı. yağmur damlaları boyunca onu okşarken o karşıya bakıyordu, fırtına öncesi sessizlik gibiydi bakışları.

jeongguk bir jimin'e, bir onun baktığı yere, bir de kendi etrafına bakındı. "bir sorun mu var?"

jimin'in yüzünü inceledi cevap beklerken jeongguk. yüzünden aşağı akan damlalara baktı, buz prensinin buzları damlalarla eriyor gibi görünüyordu. fakat sadece görünüyordu, oysa ki jeongguk onun yanındayken daha önce hiç bu kadar üşümemişti. buz prensinin soğukluğu jeongguk'un beynini bile dondurmuştu, ne diyeceğini bilemiyordu.

onun yerine o da kalbindeki sıcaklıkla düşünüp konuşmaya karar verdi.

"hasta olmaz mısın?" endişelendi jeongguk. "ilerideki ağacın altında beklersen daha az ıslanırsın."

bulutlar bir yere yıldırım düşürdü, kulağa ilk önce sesi geldi.

jimin cevapsız kalınca jeongguk tereddüt ederek ekledi.

"sesi düşündüğüm için diyorum."

jimin kafasını çevirdi çocuğa.

"sana ne jeongguk, istediğim yerde duramaz mıyım?"

jeongguk jimin'in dediği şeye yüzünü ekşitti. onun aksine daha yumuşak bir tonda biraz bekledikten sonra cevap verdi.

"durabilirsin, kötü bir şey demedim."

jimin çantasını omuzlarından çıkartıp sertçe yere bıraktı. jeongguk sabit kalıp gözleriyle çantaya, ardından jimin'e baktı.

"kötü olan şey senin bir şey demen. neden yaptığım her şeye burnunu sokuyorsun?"

jeongguk gergince gülüp bir adım geri gitti. "peki, istediğin yerde dur. bir şey demedim."

çocuk ortamı sakin tutmaya çalışıyordu ama jimin yeterince dolmuştu. jeongguk'un üstüne ilerleyip tüm gücüyle çocuğu itti. böyle bir şeyi beklemediği için jeongguk dengesini kaybetti ve yere düştü. nasıl olduğunu anlayamadan jimin tekrar bağırmaya başlamıştı.

"her zaman bir şey diyorsun, her zaman iğrenç sesini duyuyorum ve yüzündeki iğrenç gülüşü görüyorum."

jeongguk hızla yerden kalktı.

"basitçe seni görmek istemediğimi söylüyorum ama hala yüzsüz gibi yanıma geliyorsun, benden uzak durmanı söyledikçe dibimde dolanıyorsun."

yine bir yıldırımın sesi geldi ilk önce kulağa.

bu sefer jeongguk patladı, bağırışı kendi boğazını yırtmıştı.

"seninle ilgileniyorum belli ki, neden bana bir şans vermiyorsun?"

"çünkü ben seninle ilgilenmiyorum, neden anlamıyorsun? ittikçe geri geliyorsun, ilgin bile o kadar iğrenç ki midemi bulandırıyor."

jeongguk çocuğun yüzüne bakmakla yetindi kaşlarını çatarak. jimin devam etti.

"iğrençsin, arkadaşların, umursamazlığın, çok bilmişliğin, her şeyinden nefret ediyorum. senden nefret etmemi sağladın ve devam ediyorsun."

jeongguk yan bir şekilde gülüp yola baktı. jimin yine sinirinden ağlıyordu.

"ayın her günü adet olan bir kız gibisin park jimin, neden dönüp kendine bakmıyorsun?"

"hayatımdan defolup gider misin?"

"böyle söylemen yeterdi."

jeongguk ellerini ceplerine koyup arkasını döndü ve jimin'den uzaklaşmaya başladı. olabildiğince hızla oradan uzaklaşmak istiyordu, daha hızlı yapabilmek için koşmayı bile istiyordu.

jimin çocuğun gidişini izledikten sonra derin bir nefes verdi. yağmur damlalarından ağladığı görünmüyordu ama hıçkırıkları onu ele veriyordu. babasının arabasının uzaktan geldiğini görünce çantasını yerden aldı ve kendisini sakinleştirmeye çalıştı. çantasındaki defterlerin ıslanmadığını ümid ediyordu. bütün sinirlerini boşalttığı ve jeon jeongguk'u hayatından tamamen çıkardığı için rahatlamış da hissediyordu.

jeongguk arkadaşlarının yanına geri geldiğinde otobüs de gelmişti. iki üç kişi onun önünden çekilirken arkadaşları da boşluğa kaynayıp jeongguk'un arkasında sıraya geçtiler. jeongguk otobüse binerken hoseok omuzundan ona dokundu.

"ne oldu?"

"hiçbir şey, ben müzik dinleyeceğim."

- 💔

bet [pjm+jjk]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin