BÖLÜM 2

445 30 5
                                    

Ryuu'nun gidişinin ardından yaklaşık 1 saat geçmişti ve giren çıkan olmamıştı. Bende sıkılıp dojoya girmiştim. Alıştırma yapıyordum. Terden kendo kıyafetim sırılsıklam olmuştu. Bambu kılıç da epeyce güçsüzleşmişti. Sadece tek bir hareketi yaptığım için kollarım da yorulmuştu. 

Kılıcı yanıma bırakıp tahta bulmacamı aldım. Elimde çevirmeye başladım. Gözlerimi bulmacadan ayırıp dışarıda gezdirdiğimde taşların üstündeki oturan kediyi gördüm. Gözlerimi kısıp kediye gülümsedim. O  sırada elimdeki bulmacanın şekli çok düz geldi. Gözlerimi açıp bulmacaya baktığımda bulmacayı çözmüştüm. Ne yapacağımı bilemediğimden bulmacayı bir yerlere attım. Elime bambu kılıcı aldım.

Son bir kez hazır ola geçip kum torbasını hedefledim. Bambu kılıcı çaprazlama kum torbasına vurunca bambu kırıldı. Sapını da yere sertçe atıp olduğum yere oturdum. Alnıma yapışan saçlarımı ellerimle geriye sıyırdım. Yanımda duran suyun kapağını açtım ve suya uzun uzun baktım. Su ile bakışmamız bitince suyu başımdan aşağıya döktüm. Sonra ise kendimi tahta döşemelere attım. Epeyce kendimi hırpalamıştım galiba.

''Michi-chan, yatma oraya.''

Bu Sora'nın sesiydi. Gece olmuştu ama o yeni gelmişti. Doğrulup ona baktım. Elinde yeni alışveriş yapmış gibi bir sürü torba vardı. Hızla kalkıp onun yanına koşturdum. O da benim koştuğumu görünce gülerek eve doğru koşturmaya başladı. İkimiz eve kadar koşturarak gittik. Mutfağa torbaları bıraktığında koşarak torbaları araladım. İçinde herkese yetecek kadar tavuk ve noodle vardı. Ellerimi hafifçe çırpıp sinsi bir sesle ima edercesine konuştum.

''Akşama ziyafet var gibi gözüküyor, bunu neye borçluyuz Onii-chan?''

Biraz üzgün ama mutlu sesle, yüzünde buruk bir gülümsemeyle bana döndü.

''Senin ve benim, son sınava gidişimizi kutlayacağız.''

Ellerime ağzımı kapattım. Sevinmeli miydim üzülmeli miydim, zerre fikrim yoktu. O yerde o kadar kişi öldükten sonra... Dizlerimin üstüne çöktüm. Yanaklarımdan yaşlar yağmur gibi yağarken kırılgan sesimle sordum.

''Yani biz- biz gidecek miyiz? Biz iblis avcısı mı olacağız?...''

Başımı kaldırıp onun gözlerinin içine baktım.

''Ya sonumuz diğerleri gibi olursa? Ya sen ölürsen, Onii-chan?''

Ağlamama dayanamayıp yanıma gelerek bana sarıldı. Ben ise öylece oturdum. Onun sesi de kırılgandı, ama kendini güçlü göstermek için çabalıyordu.

''Senin için ölmemeye çalışacağım. Tamam mı? Bana ihtiyacı olan kardeşim için hayatta kalacağım.''

Gece boyunca o bana sarıldı, ben ise dikildim. Ağladım, ağladık. 

...

Sabah olduğunda mutfakta üstüm örtülü şekilde uyandım. Odun Sora benim üstüme battaniye örtüp beni bu soğuk odada -camlar açıktı- yalnız başıma bırakıp, kendi yumuşak yatağında mükemmel bir uyku çekmişti. Ona yardım etmem için bir sebep var mıydı acaba?

Battaniyeyi kolumun altına sıkıştırıp merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. 

''Odun Onii-chan!!!''

Onun odasının kapısı açıktı. Sinirli ve sesli homurtularla kapının önüne kadar geldim. Keşke gelmeseymişim... Suratıma kısa ama tatlı -inkar edemem, az da seksi- bir haori ile kılıflı katana yedim. Onların ağırlığıyla da yere yapıştım. Agh, sinir bozucu bir gün!

''Michi-san, bunları giy.''

Bu Sora'nın sesiydi ama daha ciddi çıkıyordu. Ona baktığımda çoktan bana attığı kıyafetler gibi giyinmişti. Üstünde normalde giydiği kimono gibi dalgalı bir haori vardı. Fakat rengi siyahtı ve dalgalar yeşildi. Ve haorinin beline uzunca bir kumaş parçası bağlamıştı. Yüzünde de simsiyah, yeşil çizgili bir maske vardı. Elinde de o siyah maskenin beyaz çizgilisini tutuyordu. Ben yerdeyken maskeyi de bana fırlattı. Maske şansa başıma geldi. Gözlerimin önünü kapattı. Ellerimle maskeyi geriye ittirdiğimde Sora'nın bana soğuk soğuk baktığını gördüm. Normalde bu soğuk soğuk bakma işi benim görevimdi...

''Orada öylece oturacak mısın? Yoksa son sınava tek başıma mı gideyim?''

Böyle deyince garipsedim ve birazcık korktum. Hızla kalkarak odama koşturdum. Bir çırpıda dünkü kıyafetlerimi çıkarıp üstüme haoriyi giydim. Altıma da bacaklarımı kapatsın diye maske ve haori ile uyumlu beyaz çorap geçirdim. Saçlarımı at kuyruğu yaptım ve dağınık örgümü açtım. Katanamı belime yerleştirdikten sonra da maskemi taktım. 

Siyah tilki maskeleri, biz, bir 'Samuray' ailesi olan Tsukina'ların işaretidir. Siyah tilki sakinliği, durgunluğu ve hissiyatı sembolize etmekle birlikte kurnazlığı, sinsiliği ve ölümcüllüğü de belirtir. Bir siyah tilki maskesi taşıyan birisi hem mor salkım ailelerinin, hem de Tsukina ailesinin bir parçasıdır. Ayrıca 8 renk ayrımı vardır siyah tilki maskelerinin; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor ve beyaz. 

Kırmızılar tehlikeli olanlardır ve çoğu zaman alev nefesi tekniklerinde kendilerini geliştirirler.

Turuncular ise bir alt düzeydir kırmızılara göre. Turuncular kendilerini ateş nefesi tekniklerinde geliştirmekle kalmayıp bünyelerini ateşe bağışıklı olması için eğitmektedirler.

Sarılar daha çok arka sahalarda etkililerdir. Sarılar da kendilerini yıldırım ve şimşek nefesi tekniklerine adamışlardır.

Yeşiller keskin olanlardır. Kendilerini doğa nefesi, hız ve kolay kesim tekniklerinde ustalaştırırlar.

Maviler rüzgar ve gökyüzü ile bütünleşmeye çalışırlar. Onların nefes stili ise rüzgar nefesidir.

Lacivertler suyu kullanırlar. Su nefesi tekniği onlar için vazgeçilmezdir.

Morlar rüzgar nefesi tekniğinden türemiştir. Onlar dalga nefesi tekniklerini kullanırlar.

Beyazlar ise -garip ve imkansız gelebilir ama- her tekniği kullanabilirler. Beyaz olanların bu teknikleri kullanabilmeleri için özel nefes tekniği vardır. 

İşte ben ailemizdeki ikinci beyazım. O sebeple herkesten daha fazla çalışırım. Özel nefes tekniğim sayesinde herhangi bir tekniği öğrenip kullanabiliyorum. Katanam da kullandığım tekniğe göre renk değiştiriyor. 

Kendimi hazır hissedince odadan çıktım. Artık aklında ne düşünceler varsa Sora'nın, kolumu tuttuğu gibi beni çekiştirmeye başladı. Yüzüme bakma zahmetinde bile bulunmamıştı. Hızla yürüyordu ve ben adımlarımı ona uyduramazsam tökezliyordum. Merdivenlerden de beni çekiştirerek inince peşinden koşturmak zorunda kaldım. Merdivenler bitince hızını kaybetmeden tekrar çekiştirerek dış kapıya yönlendirdi. Bende bedenimi bir yerlere çarptım.

''Hey, çekme!''

Bu benim bildiğim nazik ve yumuşak Sora değildi. Bambaşka biriydi sanki. İlk defa böyle bir şey yapıyordu.

Canım acıdığından hızla olduğum yerde durdum. Gücümden dolayı beni yerimden bir santim bile oynatamadı. Yine de bileğimi bırakmadı. Endişeyle ve acıya gözlerinin içine baktım.

''Ne yaptığını sanıyorsun?''

Gözlerim bileğimi sıkan eline kaydı.

''Merak etme! Son sınavdan kaçacak halim YOK!''

Bileğimi hızla çektim. Burnumdan soluyarak elimle katanamı ve ninja yıldızlarımı yokladım. Adımlarımı baskın basarak yoluma devam ettim. En azından son sınav yerini biliyordum. Bilmeseydim Sora'ya muhtaç olacaktım. İyi ki de öğrenmişim. Son sınavın olacağı dağa kadar konuşmadan gittik.

Son sınav alanına vardığımızda bizi mor salkımlar ve yaklaşık 30 kişili bir sınav öğrencisi karşıladı. Eh, bende haliyle tırstım. Belli etmemeye çalışarak taş yola kadar yürüdüm. 

Sora kolumu dürttü.

''Ölme, tamam mı?''

Bende sırıtarak yanıtı yapıştırdım.

''Ben ölmem öyle kolay kolay...''

Fısıldayarak devamını getirdim. 

''İblisler başı kesilince ölür, kim benim başımı kesecek ki? Nasıl olsa bende yarı iblisim...''

...

tsuchinoto // KnY Fan-FicHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin