Bana Masal Anlatır Mısın?

856 44 32
                                    

Vücudunu ürperten rüzgar huzursuzca kıpırdanmasına neden olduğunda sağ omzundaki ağırlığı fark etti adam ve gözlerini kısık da olsa açmaya çalıştığında gördüğü manzara karşısında gözleri istemsizce açıldı. Kadın başını Gediz'in sağ omzuna yaslamış ve soğuktan iyice sokulmuştu Gediz'e. Bakışlarını kadının güzel yüzüne çevirdi. Kusursuz değildi elbet, ama kusurlarıyla da çok güzel bir kadındı Nare. Bir ressamın kalemi değmiş yüzü, ay ışığının altında daha da eşsiz bir hal almıştı. Biçimli küçük burnu, iri gözleriyle ahenk içindeydi. İri dudakları şüphesiz en dikkat toplayan yeriydi kadının, cennetten koparılan günah elması gibiydi. Kıpkırmızı ve kışkırtıcı... Ellerini kadınının saçların getirdi, dokunup dokunmamakta tereddüt etse de, içindeki arzuya engel olamadı ve usulca gezdirdi ellerini buklelerin arasında.

"Nare..." diye fısıldadı acılı bir ses tonuyla. "Seni seviyorum ama bunu sana asla söylemeyeceğim. Söylersem sana söylemezsem bana eziyet... Mutluluğun senin mutluluğuna feda olsun. "

Elini saçlarından çekip yanağına getirdi kadının ve usulca parmağının tersiyle okşadı yüzünü.

"Yaralarını beraber saracağız, güzel kız. Sen yeter ki göğüs gelmeye razı ol!"

Esen soğuk rüzgarla ürperince, Nare'nin üzerini iyice örttü Gediz. İçeri geçmeleri gerekiyordu, aksi halde ikisi de sabaha hasta olacaktı.

"Nare..." dedi Gediz kısık bir ses tonuyla. "İçeri geçmemiz gerekiyor." Nare yerinde kıpırdandı ama gözlerini açmadı.

"Nare, hadi güzelim...."

"Gediz..." dedi sersem bir ses tonuyla. "Beş dakika daha..." küçük bir kız çocuğu gibi dudaklarını büzerek konuştu ve üzerindeki battaniyeyi iyice çektti üzerine. Gediz kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Pekala, iş başa düştü o halde."

Nare'ye yanaştı ve hafifçe eğilerek bir elini beline bir elini de bacaklarının altına tutarak kucağına aldı Nare'yi. Nare başını Gediz'in boyun boşluğuna gömdüğünde Gediz bir iki saniye afalladı. Daha sonra odaya girdi. Nare'yi aşağıya, odasına götüremezdi. Müge ya da teyzesi onları böyle görürse dillerinden asla kurtulamazdı Gediz. Kendi yatağına yatırdı Nare'yi ve yorganı üzerine çekti. Bir süre melekler gibi uyuyan kadına bakarak ışıkları kapatıp odadan çıkmak için kapıyı açtığında Nare'nin sesini duydu.

"Gediz... Ben karanlıkta uyuyamam..." dedi endişeli bir sesle. Az önce huzurla uyuyan kadın, yatakta doğrulmuş korkuyla bakıyordu.

"Özür dilerim..." dedi Gediz bir yandan da yatak başlarındaki gece lambalarını yakarken. Nare biraz daha rahatlamış gözükse de elleri hala hafiften titriyordu.

"Su getirmemi ister misin?" Nare başını olumsuz anlamda salladı.

"Ben uyuyana kadar burada kalır mısın?" diye sordu Nare çekinerek. Çok korkmuştu belli ki.

"Hı hı" diyerek kafasını salladı ve Nare'nin öbür yanına yatağın ucuna oturdu. Nare yatağa uzanıp gözlerini kapadığında konuşmaya başladı.

"Bana masal anlatır mısın?"

*******

Geçmiş zamanın birinde, uzak diyarların en uzağında, dağların en yükseğinin tepesinde yalnız bir şövalye yaşarmış. Öyle korkarmış ki insanlardan "Aman" edermiş ne zaman dönmek istese insanların arasına. Günün birinde uzaklardan gelen bir sesin peşine düşmüş. Dağları tepeleri aşmış gece gündüz. Kışın acımasız soğuğunda bir ateş yakıp dinlenmek istemiş, "Yapma" diye fısıldamış sesin sahibi, "Seni bekliyorum:". İtiraz etmeden devam etmiş yoluna. Yazın acımasız sıcağında girmiş oturmuş bir gölgeye, kana kana içmiş buz gibi akarsudan. "Susuz kaldım." demiş yine sesin sahibi. Yarım kalmış bir doygunlukla avucunda tuttuğu suyu serbest bırakmış. Onu tanıyıp bilenler şaşırmış şövalyenin kendini hapsettiği o tepeden çıkmasına. "Neden?" diye sormuş içlerinden biri tüm cesaretini toplayarak. "Beni bekleyen biri var,onu bulmaya gidiyorum." diye yanıtladığında insanlar daha da merak eder olmuş. "Kim bu?" demiş bir diğeri, "Onu tanımıyorum. Hiç görmedim." demiş. "Nasıl yani, bir ses duydun ve sırf gel diyor diye bir yabancının peşine mi düşüyorsun?" Şövalye karşısındaki adama soğuk bir bakış atmış "Hepinizden çok daha tanıdık." demiş ve varmış yoluna. "Deli yahu bu adam." demiş köy ahalisi hep bir ağızdan. Bir tek kişi anlamış onu ve desteklemiş. "Bırakın varsın gitsin yoluna." demiş köylüler tarafından hor görülen ama belki de içlerinde en bilge olan adam. Şövalye az evvel köylülerle yaşadığı muhabbeti sineye çekmiş. Yol boyunca sesin sahibini düşünmüş. "Sen kimsin?" demiş ormanın derinliklerinde kendi etrafında dönerek çevresine seslenmiş. "Beni duyduğumu biliyorum. Su iç içeyim diye soluklandığımda beni yola düşüren sendin. Şimdi neden hiç var olmamış gibisin." Cevap gelmedi. O an vazgeçip dönmeyi düşündü şövalye ama bir defa düşmüştü yola. Ne olursa olsun yoktu dönüşü... Bu yolda öleceğini bilse bile.. Hem o zaman inandıkları uğruna ölmüş olmaz mıydı?
Günler haftaları, haftalar ayları ve aylar da mevsimleri kovalamıştı. Şövalye ara ara sesten gelen komutlarla yoluna devam etmişti. Evinden çok uzaktaydı şimdi. Ama inandığı uğruna geçtiği bu yollar da evi sayılırdı. Yolculuğunu düşündü. Gözünü kışa kapayıp yaza açtığını, gece çıktığı yolun sonunun gündüze dayandığını anımsadı. Garip bir tanışıklık hissetti. "Hayat" dedi kendi kendine "Hayat bu değil mi?". Tam o sırada karşıdan kendisine doğru yürüyen kadını farketti. Uzun beyaz bir elbiseyle gülümseyerek kendisine doğru yürüyordu, atının yularıyla atına yön vererek. Kadın iyice yanaştığında konuşmaya başladı. "Hoş geldin." Tanıdı adam onu, yollara düşmesine sebep olan sesti bu ses. "Beni iyileştirebilmek için kendinden başlamalıydın. Ben de sana yol gösterdim." Kadın kendi kanına bulanmış ellerini uzattı adama doğru. "Şimdi sıra sende."
********************

Bİ'ÇAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin