15."The Tears of Park Jimin"

16.8K 1K 1.5K
                                    

Ursine Vulpine & Annaca - Lovers Death| "We're all victims of the way it hurts when the love is gone."

"Nasıl oluyor da, insanı mesut eden bir şey aynı zamanda felaketinin de kaynağı oluyor?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Nasıl oluyor da, insanı mesut eden bir şey aynı zamanda felaketinin de kaynağı oluyor?"

Goethe, belki de kırık kalbinden taşan o ince sızıyla kağıda döktüğü bu kelimelerin altına saklamıştı en büyük acısını. Acıtır mıydı mutluluk ya da sever miydi insan kendi felaketini? Ne de karmaşık bir bilmeceydi bu cümle..

Park Jimin bir edebiyat insanı değildi, hele de süslü püslü sözcüklerle azıcık bile arası yoktu. O böylesine dolu dolu yaşamamıştı bir şeyleri hiç, nereden bilsindi? Onun arasının adı kadar iyi olduğu tek şeyler silahlarıydı, sivri diline yakışan ağır kelimeleri, tapılacak kibri ve de haplarıydı. Böylesine naif, altında dünyalara bedel anlamlar taşıyan sözcükler belleğinde yok denecek kadar azdı.

Daha, göğsünden taşmak için yumruk yumruğa, kafesini parçalamaya çalışan duygulara bile bir isim bulamıyordu o. Böyle şeylerle hiç arası yoktu işte. Cafcaflı ve insanı kör eden kelimeler, duygular mümkünse ömrünün son gününe kadar uzak dursundu ondan. Buna rağmen, kitap okumaktan da nefret etmemişti.

Öldüğü güne dek, annesi her gece okuduğu bir kitaptan muhakkak alıntı paylaşırdı onunla. Herkesten gizli yaparlardı bunu çünkü Jimin kitap okuduğunu pek göstermezdi. Sonucunda da sadece o gitti diye küsmüştü kitaplara. Zaten arası iyi olmayan edebiyat, tıpkı duyguları gibi iyice uzaklaşmıştı ondan haliyle. Hiçbir zaman sabahlara da neşeyle uyanan bir insan olmamıştı. Cidden kahkahalar atmak isteyecek kadar mutlu olduğu zamanlar bir elin parmağını bile geçemezdi. Öyle olduğu her anda da bunu canı pahasına içine gömerdi.

Üzüntüsünü, can yakan öfkesini, mutluluğunu dahi kendisi dışında kimseyle paylaşmazdı. İnsani yanını köreltmek için üstün bir çaba sarf etmişti küçüklüğünden beri.

O böyleydi işte, sadece Park Jimin'di. Fakat o sabah, sıcak çarşaflar arasında uyandığında ilk defa göğsü minik bir kuş kadar hafifti. Midesinde tuhaf bir karıncalanma vardı, bedeni pamuklara sarılmış gibiydi. Etrafını saran baskın koku ciğerlerine her dolduğunda kıpırtıları da artıyordu. O bilmiyordu adını da, buna huzur deniyordu yaşadığı fani dünyada.

Gözlerini bir süre sıkıca yumup, ardından ağır ağır araladı kirpiklerini. İpeklerle dokunmuş gibi güzel bedeni sıcacık örtülere sarılmıştı. Saçları yatağın her yanına dağılmıştı ancak çoğunlukla yüzüne geliyordu. Son zamanlarda uzamıştı ve onun da kesesi gelmiyordu. Takıları karşısında ki komodine özenle konulmuştu, Jungkook çıkarmış olmalıydı. Karşısında ki camdan, süt beyazı tenine günün ilk ışıkları vuruyordu. Üzerinde sadece Jungkook'un fermuarlı hoodiesi vardı ve fermuarı da karnına kadar açılmıştı.

Yatağın çapraz köşesinde ki boy aynası gözüne çarptığında, başını ona doğru çevirdi ve dizlerini karnına çekip uzanmaya devam etti. O ana kadar da farkında değildi dudakları üzerinde ki tebessümün. Kaşları usulca çatılı saniyeler içinde, kendi gülüşü, kendi gözüne yabancı gelmişti. Ufak elleriyle yüzünü sıvazladığında, duyduğu miyavlama sesi onu kendine getirmişti. Kaşları daha çok çatıldı, ardından hızla yattığı yerde oturur pozisyona geldi. Gözleri hemen arkasına, yatağın boş kısmına kaymıştı.

ObsessedHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin