Çırpınmaya başladım fakat gücüm yetmiyordu. Tam biri tarafından duyulma umuduyla bağıracakken “Eğer bağırırsan seni öldürürüm” dedi. Sesinde bile
korkutucu bir şeyler vardı.“Öldürse ne fark ederdi ki zaten bir ailem bile yoktu. Evet, vardı ama onlar cennetteydi. Bu dünyada kimsesizdim. Öldürebilirdi. Buna iznim vardı. Hey! Dur bir dakika! Eğer beni öldürürse Feyyaz’dan intikam alamazdım. Kendim için olmasa bile anneme dediği o sözler için bunu yapmalıydım. Hayır ölemezdim”
“Ne mırıldanıyorsun sen! Kapa çeneni!”
Mırıldanmak mı? Ah! Hayır, yine iç sesimle dış sesimi karıştırmış olmalıyım. Bunu hep yaparım.
“Bırak beni gideyim! Çek ellerini üzerimden!”
“Korkma. Sana bir şey yapmayacağım. Şunlardan kurtulayım sonra işimiz bitecek”
“Kimden” diyebildim korkuyla…
3 saniye geçmeden karşımda -karşımızda- 2 kadın ve 3 erkek belirdi. Hepsinin ellerinde silahlar vardı. Başlarında ise siyah şapkalar.
Polis miydi bunlar? Yoksa ajan olabilirler miydi? Ya da organ mafyası, tefeci…
“Kızı bırak hemen!” dedi içlerinden biri
“Gidin yoksa kız ölür!” Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.
“Kızı bırak dedim sana!”
“Kızın ölmesini istemiyorsanız defolun buradan”
İçlerinden bir erkek 2 adım yaklaştı.
“Eğer tek bir adım daha atarsan kızın kafasını patlatırım!”
Dakikalardır debeleniyordum fakat bir şey yapamıyordum. Dirseğimle ve bacaklarımla defalarca vurdum fakat etki etmiyordu. Sanki taştan yaratılmıştı. Beni geri sürüklemeye başladı. Parkın arka tarafındaki çitler kırıldığı için ilerdeki ağaçlık alanla birleşiyordu. Beni o ağaçlık alana doğru götürüyordu. Kafamda silahla beraber.
Ajanlar -ya da mafyalar ya da ne bileyim işte her neyseler- bana bir şey olmasın diye gelemiyorlardı.
Gözden uzaklaştık. Ormanın içindeydik. Etrafı kolaçan etti ve beni yere ittirip kaçmaya başladı. Ayağımın acısından arkama bakamamıştım bile. Muhtemelen bileğim burkulmuştu. Beni rehin alan o kişinin kaçtığını görünce ajana benzeyen o grup koşarak yanıma geldi.
Siyah saçlı olan bir adam diğerlerine emir vererek “Egemen, Kıvanç! Siz Ceyhun denen o pislik herifi takip edin”
Demek adı Ceyhun’du…
“Peki Kenan abi. Hadi koş Kıvanç” sanırım bunu diyen Egemen’di.
Adının Kenan olduğunu öğrendiğim o adam ve iki kadın yanıma çömeldiler. Kenan Bey -abi mi demeliyim yoksa- elini ayak bileğime koydu. Hemen ayağımı çektim.
Korkmuş olduğumu anladı ve cebinden bir kart çıkararak bana gösterdi üzerinde fotoğrafı vardı ve yanında yazılar yazıyordu. En üstte ise ‘Kenan Kadiman’
Bir kağıda bir de ona baktım. Kör olamazdım herhalde. Karşımdaki gerçekten o muydu? Türkiye’deki tanınan en ünlü ajan grubunun başıydı o. Ajan dediğime bakmayın bunlar polisten de üstteydi. Polisler bu gruba bağlı olarak çalışırlardı. Tabii ki her suçluyu yakalamazlardı sadece en kötü ve en tehlikelilerini. Yani polislerin yapamadığını yapardı onlar.
Peki, öyleyse beni rehin alan o çocuğu neden bu grup yakalamaya çalışıyordu? O kadar tehlikeli biri miydi ne yapmış olabilirdi ki?
Derin bir nefes verdim artık emin ellerdeydim. Kartını cebine koyduğunda bana elini uzattı. “Merhaba küçük kız ben Kenan Kadiman, peki ya sen kimsin”
“İlkim ben... Ayağım çok acıyor.”
Yanındaki iki kadına dönerek “Pekâlâ siz İlkim’i hastaneye götürün ailesine de haber verin ciddi bir şey olabilir”
“Hastane mi! Hayır olmaz hastaneye gitmemeliyim onlarda orada olabilir”
“Kimler orada olabilir İlkim?”
Korkarak da olsa gerçeği söyledim “Üvey annem ve üvey babam…” Başımı öne eğdim. Gözlerimin dolduğunu görmelerini istemedim. Kenan Bey yanındaki iki kadına dönerek “Güneş, Miraç siz İlkim ile kalın arabayı alıp geliyorum” dedi.
İçlerinden biri ayak bileğimi ovalamaya başladı. Gerçekten iyi geliyordu. Çok geçmeden Kenan Bey siyah arabasıyla geldi camını açtı ve bir göz kaş hareketiyle araba binmemizi sağladı. Bir omzumda Güneş abla bir omzunda Miraç abla bana arabaya kadar eşlik ettiler.
Yaklaşık 15 dakika sonra araba durdu. Koskocaman bir villanın önündeydik. Bahçesinde havuz vardı ve renk renk çiçeklerle doluydu. Müthiş bir manzara vardı gözlerimin önünde. Hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir yer görüyordum. Sürmeli kapı açıldı ve araba bahçenin içine girdi. Kenan Bey garaja arabayı park ettikten sonra hep beraber arabadan indik.
Hepsinin şapkalarını çıkarmış olduğunu fark etmem geç olmadı.
Arabadan indiğimde Miraç abla sağ kolumu omzuna alarak yürümemi kolaylaştırdı. Evin kapısına geldiğimizde Kenan Bey zili çalmadan kapı açıldı. Kapının hemen yanında güler yüzlü bir kadın “Hoşgeldiniz Kenan Bey… Hoşgeldiniz Miraç Hanım… Hoşgeldiniz Güneş Hanım. Sende hoş geldin küçük kız” diyerek bizi karşıladı. Gülümseyerek ona karşılık verdim.
Evin içi devasa büyüklükteydi. Eşyaların renkleri uyumu her şey mükemmeldi. Miraç ablanın yardımıyla bir koltuğa oturmayı başardım.
Bizi kapıda karşılayan kadın elinde bir battaniyeyle yanıma geldi ve battaniyeyi vücuduma sardı. Buz gibi olan vücudum yavaş yavaş ısınmaya başlıyordu.
Yan koltuğa Miraç ve Güneş abla ve karşı koltuğu da Kenan Bey oturdu.
Kenan Bey ellerini birleştirerek bana sordu “ Evet anlat bakalım küçük kız. Sen kimsin? Kaç yaşındasın? Nereye oturuyorsun? Ailen nerde? Gece yarısı pijamalarla orada ne işin vardı?”
Eyvah! Şimdi ne yapacaktım ben? Her şeyi anlatacak mıydım?
‘Üvey babamı bana tecavüz girişiminde bulunduğu için bıçakladım. Üvey annem ise hamile olduğu için ona dokunmadan kaçtım belki şuan üvey babam ölmüş olabilir üvey annem ise bebeğini kaybetmiş olabilir. Evet, karşınızda bir katil oturuyor’ mu diyecektim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH GÜVERCİN
Romansa-Sen benim için bu denli önemliyken ben senin için neyim Ceyhun? -İlkim saçma sapan konuşmayı kes! -Ben senin gibilerin her gece altında inlettiği kızlardan değilim! Anla bunu! diye bağırdım gözlerim biraz daha burada durursam ağlayacağımı belli ede...