Gözlerine inanamadı, donup kalmıştı. Bu konuyu kimseye açmadığından adı gibi emindi, yani oyuna getirilmeye çalışılacağını düşünmüyordu. Fakat telefonuna böyle bir mesajın gelmiş olmasına da anlam veremiyordu. Her şeye çok kafa yoran ince fikirli biri olduğundan ise, şakadır, deyip göz ardı edemiyordu.
Mesajı açıp kaç kez okuduğunu sayamamıştı bile. Gözleri sürekli olarak o birkaç kelimenin üzerinde gezinip duruyor ve kaşları daha çatılıyordu. Anlamlandıramıyordu, her ne kadar denediyse de kendine gelen bu mesajı iyiye ya da kötüye yoramıyordu. Sonsuz güzellik denen bir şeyin var olmadığının farkındaydı, her ne kadar onu bulmaya çalışsa da, ve şimdi telefonuna gelen bir mesaj ona aradığı şeyi verebileceğini söylüyordu.
Na Jaemin ya rüya görüyordu, ya da kafayı yemişti sonunda.
Güldü ve telefonunu yatağın üzerine geri fırlattı. Aklına sığdıramadığı onca düşünce arasında yok olup gidiyor gibiydi. İçi içini kemiriyordu, mesaja cevap vermenin pek yararlı bir davranış olmayacağının fazlasıyla farkındaydı, yine de içinden bir ses bunun işe yarayabileceğini söylüyordu. Na Jaemin her ne kadar mantıklı hareket etmesi gerektiğini düşünen biri de olsa, o küçücük ihtimal aklının bir köşesine kazınmıştı çoktan. Ve adı kadar emindi ki, o numaraya mesaj atıp oyuna gelmeden gidecek de değildi.
Dünyayı cezbeden, inanların ileri gidip tapınmasına bile sebep olan şey, kuşkusuz ki güzelliktir.
Na Jaemin, o, Yunan Tanrılarından gelme bir güzelliğe sahipti.
Ve bunu ellerinde tutması, yine o güvenmediği mesaja bağlıydı.
Üzerindeki beyaz tişörtü çıkartıp odanın köşesinde bulunan kirli sepetine gelişigüzel fırlattı. Tişörtün bir kısmı dışarıda kalmıştı fakat bunu önemseyebilecek kadar iyi hissetmiyordu kendini. Yavaş fakat sinirli hareketlerle bacaklarını saran siyah, belirli yerlerinde gayet büyük yırtıklar olan pantolonunu da tişörtünü gönderdiği sepete fırlattı. Tenine çarpan soğuk biraz da olsun rahatlamış hissetmesini sağlamıştı, umursamadı ve odasına bitişik olan banyosuna çevirdi adımlarını. Adımları huzursuzdu, onu ilk defa gören biri bile anlayabilirdi çok hoş zamanlar geçirmediğini. Zihninin derinliklerinde düşünceleri öyle dağınıktı ki takılıp düşebilirdi bile.
Kendini bir uçurumun kenarında gibi hissediyordu, şüphesiz atladığında aradığını bulacaktı.
Fakat bedelini de çok ağır şekilde ödeyecekti.
Günün kalanında odasından çıkmadı, düşünmesi ve bunun için de kendiyle baş başa kalması gerekliydi. Beyaz ipek çarşaflarla bezenmiş yatağında öylece oturup öylece duvarları izledi, odada açık olan televizyonun yüksek sesine rağmen tek bir kelimesini dahi işitiyor değildi.
"Kafayı yiyeceğim."
Başını sallayarak başını ağrıtan onlarca düşünceden sıyrılmayı denedi, ellerini hafif nemli saçları arasında dolaştırdı durdu, sıkıntıyla derin nefesler çekti ciğerlerine. Şüphesiz ki son on dokuz yıllık hayatının en zor geçen dakikalarını yaşıyordu. Oturuyorken yorulduğunu hissetmişti, saatlerce yaptığı çekimler, on dakikada bir değiştirdiği kıyafetler ve güzelliğini daha etkili gözler önüne serebilmek için yapılan makyajlar bile onu bu kadar yormamıştı. Yorgunluğu fiziksel değil, zihinseldi. Ve fiziksel yorgunluğun aksine zihinsel yorgunluk öyle kolay geçmiyordu.
Gözleri tekrar telefonuna kaydı, elleri arasına alıp bir kez daha açtı mesajı. Son defa baktığından beri değişmemiş kelimeleri sindire sindire tekrar okudu, sesiyle tekrar etti. Her geçen saniye kendisine daha mantıklı bir fikirmiş gibi gelen bu mesajdan nefret etti. Güvenmemesi gerektiğini bile bile klavyesi üzerinde dolaşan parmaklarına söz geçirememekten de ayrı nefret etti.
Yazdığı mesajı tamamladıktan sonra 'gönder' tuşuna basmadan önce tekrar düşündü. Gözlerini sıkı sıkı kapatıp tüm hayatını, ününü ve sahip olduğu her şeyi teker teker gözden geçirdi. Bu mesajı göndermesi durumunda başına gelebilecek en kötü senaryoyu defalarca farklı şekillerde kafasında tarttı durdu. Bunun için kaç saat harcadığını bile bilmiyordu.
Na Jaemin'in gözünü yaşlanma korkusu bürümüş olabilirdi fakat nereden bakarsanız bakın, bu bir tuzaktan daha azı değildi.
Titreyen eliyle telefonun ekranını kapatıp büyükçe yatağın kenarına fırlattı. İçinde kendiyle savaşmaktan öyle yorulmuştu ki birkaç saatliğine hiç düşünmemeyi diledi. O gece Na Jaemin ne yapması gerektiğini düşündü saatlerce. Sonrasında yorgun düşmüş olan bedeni biraz daha düşünmeye dayanamadı ve kendini uykunun kollarına bıraktı. Birkaç saat sonra güneş doğacak ve hayatına kaldığı yerden devam edecekti, sonsuzluk teklifini ise görmezden gelmeyi planlıyordu. Fakat işler pek öyle olmadı. Korkusu yine her zamanki gibi tüm aklını ele geçirmiş ve gelecekte bedelini çok ağır şekilde ödeyeceği o günahı işlemesine sebebiyet vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf And The Sheep
Short StoryNa Jaemin sadece sonsuz güzelliği arzulamıştı. Bedelini ise en ağır şekilde ödeyecekti. [najaemin+leejeno] Alec Benjamin - The Wolf And The Sheep