Na Jaemin sabah telefonundan gelen çağrı sesine uyandığında günün erken saatlerindeydi. Hiç aralamak istemediği gözleri zil sesinin rahatsız ediciliğiyle zor da olsa aralanmıştı, son birkaç gündür olduğu gibi kaşları yine çatıktı ve somurtuyordu.
Elini yatağın diğer tarafına attı telefonu bulma amacıyla, aşağı yukarı gezdirdi biraz. Telefon eline geçtiğinde ise hızla alıp arayan kişiye baktı, menajerinin ismini görünce derin bir nefes verip aramayı yanıtladı.
"Efendim Hyung?"
"Sonunda, Jaemin! Telefonu açmanı beklerken çocuk dokuz aylık oldu."
Gözlerini devirdi menajerinin yersiz kızmasına. Nefes verdi ve telefonu yastığıyla kulağının arasına sıkıştırdı. Elinin birini de yastığının altına koyduğunda menajerinin birkaç dakika boyunca sürecek programını anlatmasını dinlerken rahatça uyuyabilecekti. Bu şekilde uyumayı normaline tercih ederdi çünkü her ne söylerse söylesin, menajerinin sesi tüm stresini alabilecek kadar güzeldi.
"Fotoğraf çekimlerin bugün saat on birde başlıyor. İki saat sürecek olan çekimlerin ardından şirkete uğrayacağız, bu sırada keman ve dans derslerini alacaksın. Akşam saat sekizde babanın ortaklarıyla düzenlenecek olan aile yemeğine katılacaksın. Bugünkü programın bu kadar, umarım çoktan üstünü giyinmiş ve çıkmaya hazırsındır çünkü evinize beş dakikalık mesafedeyim."
Telefondaki adam sustu ve birkaç saniye bekledi, Jaemin'in onu onaylamasını bekliyordu fakat duyabildiği tek şey uyurken çıkardığı tatlı nefes sesleri ve mırıltılarıydı.
"Na Jaemin!"
Menajerinin bağırmasıyla ağzından küçük bir küfür kaçıran çocuk, yerinde doğrularak odasının karşı duvarında asılı olan saate baktı. Dokuza yeni geliyor olduğunu gördüğünde rahatlamış bir nefes vererek telefonu diğer kulağına koydu ve onu yanıtladı.
"Kesinlikle uyumadım Hyung!"
Karşıdan gelen gülüş sesini duyduğunda son birkaç dakikasını gözden geçirdi ve sonrasında aklına yine o mesajın gelmesiyle tüm keyfi kaçmıştı. Yine de kendinden ödün vermeyecekti çünkü menajerinin en ufak bir duygu değişimini bile yüzde doksan dokuz doğruluk payıyla anlayabileceğini biliyordu.
"Gece yine uyumadın, değil mi?"
İşte eli ayağına dolaşmaya başlamıştı. Uyumadığı zamanlarda cildi her zamanki gibi güzel görünmediğinden menajeri onun uykusuz kalmasına çok kızardı. Yine de Jaemin yapacağından geri kalmazdı çünkü düşüncelerine dur demek o kadar da kolay değildi.
"Hadi ama Hyung, ne saçmalıyorsun? Bilirsin ki ben her akşam tamamiyle uykumu almak adına onda yatar ve her sabah altıda dinç bir şekilde kalkarım. Mükemmel sağlıklı kahvaltımı yaptıktan sonra kuzu gibi oturur ve seni beklerim. Gerçekten yaparım, biliyorsun."
Ardı ardına daha önce hiç yapmadığı şeyleri sıralarken Doyoung'un söylediği her şeyin tamamiyle palavra olduğunu bildiğinin farkındaydı. Sadece sinirini geçirmek için küçük şaklabanlıklar yapıyordu ve muhtemelen geldiğinde ilk önce boynuna atlayacak, sonra iki yanağına birer öpücük konduracak ve tüm sinirini alacaktı, böylece yaşlanmasını durduramasa da ömrünü biraz daha uzatabilirdi. Çünkü şu dünyadaki her bir insan gibi Doyoung da Jaemin'in güzelliğine dayanamazdı.
"Bakalım söylediklerinin kaçını yapmışsın, Na Jaemin."
Kapının aniden açılmasıyla gözleri kapıya çevrildi ve yüzüne zoraki bir gülüş yerleşti. Kulağındaki telefonu yavaşça indirirken dikilmiş birkaç saç tutamını indirmeye çalıştı. Başarısızlığını kabullenince karşısında bilmiş gözlerle ona bakan menajerine el salladı.
"Merhaba Hyung, bugün gerçekten çok yakışıklı olmuşsun."
Menajerinin gözlerinde gördüğü yapmacık sinirle karışık hayal kırıklığı ifadesini görünce hayatta kalmak için iki seçeneğinin kaldığını biliyordu. Ya kaçacaktı, ya da boynuna sarılıp şaklabanlık yapmaya devam edecekti. Fakat içinde bulunduğu durumda Doyoung'un kapının önünde bulunuşu seçenek sayısını bire indiriyordu.
"Şu endama şu boya posa bak. Hyung bence oyuncu falan olmalısın harcanıyorsun benim peşimde koştururken."
Şaka yapıyordu, yaklaşık beş yıldır itina ile kendisinin her türlü mızmızlığına katlanmış olan bu adamın yanından ayrılması düşüncesi, bir gün doksan yaşında kırış buruş bir yüzü olması düşüncesinden çok daha korkunçtu.
"Na Jaemin, dalga geçmeyi bırak ve dün gece ne için uyumadığını söyle."
Doyoung'a amacını söyleyemezdi, bu yüzden flörtöz bir bakış, ardından bir öpücük göndererek konuştu.
"Çünkü dün gece bana uyumam için şarkı söylemedin."
Doyoung gözlerini devirdi fakat dudağının bir kenarının yukarı kıvrılmış olduğu bariz bir şekilde belliydi. Göstermek istemedi ve tuttuğu kapıdan çıkmadan önce Jaemin'e tehditkâr bakışlarını yolladı.
"Git duşunu al ve yarım saat içinde aşağıda ol. Bir saat içinde evden çıkmazsak geç kalacağız."
Jaemin uslu uslu kafasını salladıktan sonra üzerinden çıkardığı kutup ayılı gecelik üstünü bir kenara fırlattı ve banyoya doğru koştu. Yirmi dakikalık sıcak bir duş aldı, üzerini giyindi ve saçlarını kurutmadan hemen önce telefonundan gelen mesaj sesiyle birkaç saniye donakaldı. Şaşkın yüz ifadesi ve korkudan titreyen elleriyle telefonunu aldı, ekranı açarken o numaradan olmaması için yalvarıyordu. Fakat iyi gününde sayılmazdı.
"Sonsuzluğu elde etmek istiyorsan bu gece saat on ikide Han Nehri'nin yakınındaki heykelin altında ol."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf And The Sheep
Cerita PendekNa Jaemin sadece sonsuz güzelliği arzulamıştı. Bedelini ise en ağır şekilde ödeyecekti. [najaemin+leejeno] Alec Benjamin - The Wolf And The Sheep