Na Jaemin uzun bir uykudan uyanmışcasına ağrıyan bedenini gerinerek açmaya çalıştı. Göz kapakları hâlâ fazlasıyla ağırdı, vücudunun belirli kısımlarına sürekli giren ağrı da uyandığından beri aldığı her nefesi ona haram etmişti.
Boğazındaki kurulukla yan tarafında duran bardağa uzandı, uzun zamandır midesine giren tek şey buymuş gibi birkaç yudumdan sonra kesildiğini hissetmişti. Beyaz saten geceliğin ilk iki düğmesini açtı, içinde bulunduğu bu kocaman ve yabancı oda onu boğmuş gibiydi.
Ayaklarını yerle buluşturdu ve soğuk zeminin verdiği titreme hissine aldırmadan ayağa kalktı. İlk birkaç adımını atarken zorlanmıştı, bacaklarının yürümeyi unuttuğunu falan düşünmüştü hatta. Aslına bakarsanız, enerjisi çekilmiş gibiydi bu yüzden kendi bedenini bile taşıyamamış ve büyük bir gürültü eşliğinde yere düşmüştü. Sonra da kalkmayı denemiş olmasına rağmen becerememiş ve sonraki birkaç dakika için öylece orada kalmaya devam etmişti.
Kapının sesinin kulaklarını doldurmasıyla zor da olsa başını kapıya çevirdiğinde gördüğü tanıdık yüzle ilk birkaç saniye kişinin kim olduğunu hatırlamaya çalıştı. Aklına gelen birkaç anıyla onu hatırlamıştı, kendi babası olan bu adamı nasıl unutabilirdi?
"İyi misin?"
Adamın derin fakat endişeli çıkan sesinden dolayı kendini kötü hissetti. Parmağını bile kıpırdatamayacak kadar güçsüz hissettiğinden onun kendisini kaldırıp yatağa tekrar yatırmasına izin vermişti.
"Ne zamandır uyuyordum ben?"
Adamın kendisinden kaçırdığı gözlerinden ve kasılan çenesinden vereceği cevabın pek de duymak isteyeceği türden bir cevap olduğunu anlamıştı fakat geri adım atmayacaktı. Adamın artık sarı olan saçlarına odaklandığında onu son gördüğünde bu şekilde olmadığını düşündü ve en azından birkaç gündür uyuyor olduğunu düşündü.
"Yaklaşık on yıldır."
"Ha?"
Adamın kendisine şaka yaptığı düşüncesiyle şaşkın bakışları kaşlarını çatışına dönüştüğünde ikisi de birkaç dakika boyunca birbirine baktılar. Jung Jaehyun ortamın sessizliğinden rahatsızmış gibi derin bir nefes çekti ciğerlerine, gözlerini hâlâ ona bakan Jaemin'in gözlerine çevirdi ve en sonunda yumuşak ve daha çok fısıltıya kaçan ses tonuyla tekrar konuşmaya başladı.
"Normalde bu kadar uzun sürmezdi, bir yıl falan, en fazla."
"Neden bana bu daha önce söylenmedi, Lee Jeno nerede?"
Gözleri odanın her yanında dolaşırken sabırsız ve fazlasıyla sinirliydi. Jung Jaehyun ise yanlış bir şey söylememek için konuşmadan önce iyice düşünüp tüm kelimelerini özellikle seçiyor gibiydi, sesi fazlasıyla yumuşaktı.
"Öldü."
Na Jaemin biraz daha şaşırdı, kaşları iyice çatıldı, elleri arasındaki yorganı sıkarak karşısındaki adamı izliyordu. Lee Jeno kendisinin ölümsüz olduğunu söylemişti, nasıl ölebilirdi şimdi! Bunların her biri kesinlikle yalan olmalıydı, kendisi de ölümsüz falan olmamıştı, on yıl da uyumamıştı muhtemelen. Aklına Doyoung geldiğinde bunların her birinin sadece bir rüya olmasını ve onun kendisine kızarak uyandırması gerektiğini düşündü. Evet, muhtemelen sabah saat dokuza geliyordu ve Doyoung evine beş dakikalık mesafedeydi.
"Dinle. Şu an sana her şeyin saçma geldiğini biliyorum, bilmek istediğin her şeyi anlatacağım."
Endişeli gözlerini gördüğünde bağırmak üzere olmasına rağmen dinlemeyi tercih etti.
"Bin yıl kadar önce Nakamoto Yuta ve Lee Taeyong lanetlendiğinde sadece ikisi tamamiyle ölümsüz oldu. Bu lanet en yakınlarını da etkileyip onları da ölümsüz yaptı fakat onlar bir kurban getirip ölebilirlerdi. Senji Ailesinin yıllar içinde sadece o ikisi haricinde birçok üyesi değişti, hatta başından beri orada olan sadece onlar ve Lee Jeno vardı. Ve sonra Lee Jeno, kendisine bin yıllık bir hayatın yeterli geldiğini ve artık ölmek istediğini söyledi, kurbanı olarak seni getirdi ve çok daha önce gitmesi gereken yere sonunda ulaşabildi, o uzun zamandır bunu arzuluyordu."
Aklının pelteye döndüğünü hissetmişti, anlatılan hiçbir şeyi anlamıyordu. Ve sonrasında Lee Jeno'nun kendisini "ölümüm" olarak tanıttığı aklına geldi, biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Ama bunun üstesinden gelebilirdi.
Daha sonrasında Na Jaemin sonsuz yaşamının tadını çıkarmaya başladı. Kendisinin kayıp olduğu birçok televizyon kanalını süslemiş ve aylarca konuşulmuştu fakat artık herkes onu unutmuştu. Dünya Na Jaemin'i tanımıyordu, kimse Na Jaemin'den yararlanmak istemiyordu. Uzun zamanını geçireceği bu adamların yanında kendisini oldukça rahat hissettiğinden ölümsüz olmayı seçerek doğru yaptığını düşünüyordu ve denemişti! Ölmeyi gerçekten denemişti, insandı, yaraları her zaman olduğu hızında iyileşiyordu, özel gücü de yoktu ama ne kadar ağır yaralanırsa yaralansın, ölmüyordu.
Doğruyu seçtiğine inanıyordu, ilk zamanları biraz sancılı geçmiş olsa da fazlasıyla mutluydu, bunun böyle süreceğinden emindi.
Artık kameraların önünde değildi belki. Ama bu mükemmel bir hayat sürmediği anlamına gelmezdi.
Ölüm, birkaç metre ötesine kendisini beklemiyordu ne de olsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf And The Sheep
ContoNa Jaemin sadece sonsuz güzelliği arzulamıştı. Bedelini ise en ağır şekilde ödeyecekti. [najaemin+leejeno] Alec Benjamin - The Wolf And The Sheep