O gün Na Jaemin için bir işkenceden farksızdı. Sürekli dalgındı ve bu yüzden fotoğraf çekimleri istediği gibi gitmemişti, gece uyumadığı için göz altları torba torba olmuştu bu yüzden de makyajı her zaman olduğu kadar kusursuz durmuyordu.
Bu talihsizlikler sadece çekimleri boyunca başına gelmiş değildi, dans derslerini alırken dengesini kaybedip yere düşmüş ve bunun sonucunda bileğini burkmuştu. Doyoung yüzlerce kez sorununun ne olduğunu sormuş olsa da cevap vermemiş ve adamı daha da kızdırmıştı. Na Jaemin'in bu konuyu bir an önce halletmesi gerekiyordu, bu şekilde devam edemeyeceğinin gayet farkındaydı.
Akşam yemeği boyunca durgun bir şekilde tabağındaki yemeklerle oynamış ve babasının Çin'deki ortağının oğlu olan Chenle ile bile konuşmamıştı. Chenle ona bir sorun olup olmadığını sorduğunda sadece geçiştirip öylece beklemiş ve sonucunda da hiç misafirperver olmadığı konusunda babasından bir saat kadar süren bir azar yemişti. Dinlememişti, hatırlamıyordu. Babasının kurduğu son cümle harici her şey havada kalmıştı.
"Güzelliğin olmasa hiçbir şey değilsin."
Biliyordu, bunu adından çok daha iyi biliyordu. Na Jaemin güzel olduğu kadar insandı, onu tanıyan herkesin gözünde. Kimseye inanmıyor ve güvenmiyordu, herkesin, kendi babasının bile onu güzel yüzü için yanında tuttuğunun farkına vardığından beri bunu kaybetmekten korkar olmuştu zaten.
Dolabını açıp içinden siyah deri ceketini aldı, beyaz tişörtünün üstüne geçirirken düşünceliydi. Gitmemesi gerektiğini söyleyen ve gitmesini savunan tarafları arasında kalmaktan sıkkın biraz, yine yüzüne somurtuk bir ifade hakimdi. Biliyordu ki bu gidişle bedeni hemen yaşlanmayacak, ruhu ise doksanına basacaktı.
Aynanın karşısında somurtkan yüzünü izlerken gülmeyi denedi. Her zamanki güzel gülüşü gitmiş ve yerine yapmacık bir dudak kıvrılması bırakmıştı sanki. Güldüğünde bir melek misali olan Na Jaemin, şu an çirkin ördek yavrusundan halliceydi.
"Usandım artık. Gülümsemiyorum. Mutlu değilim."
Gülümsemek için mutlu olması gerekmezdi Na Jaemin'in. Daha doğrusu, gülümsemek için mutlu olması gibi bir seçenek sunulmamıştı. Kendini bildi bileli güzel yüzünü daha da güzel göstermek için gülmesi, mutlu olmasa bile neşeli görünmesi gerektiği söylenmişti ve o buna harfi harfine uydu. Fakat artık buna uyması gerektiğini düşünmüyordu. Gülüyor olmasa bile Na Jaemin, bu dünyada bulunan birçok şeyden çok daha güzeldi.
Hızlı adımlarla tek kaldığı evinden çıktı. Mesajın bahsettiği yerle evinin mesafesi çok fazla olmadığından taksi falan çağırmasına gerek yoktu, zaten kendisini bununla uğraşacak kadar enerjik hissetmiyordu.
Na Jaemin şu ana kadar yapabileceği en büyük hataya doğru gittiğinin farkındaydı fakat umurunda değildi. Mademki babası ve diğer herkes onun güzelliği dışı hiçbir şeye sahip olmadığını düşünüyordu, öyleyse onları haksız çıkartmayacaktı. Bunun kendisi de farkındaydı, kırk yaşına vardığında hiçbir değerinin kalmayacağını o da biliyordu. Ve buna izin veremezdi, madem onu çekemeyen binlerce insan vardı, öyleyse sonsuza kadar on dokuz yaşındaki güzelliğini koruyarak herkesi aşağılayacaktı. Değerinin sönmesine ve un ufak olmasına izin vermezdi. O hep kameraların önünde olarak başta babasından ve diğer herkesten intikam alacaktı.
Bahsedilen yere doğru yaklaştığında gözlerini her yerde gezdirip tuhaf mesajların sahibini aradı. Etrafta kimseyi göremediğinde telefonunun ekranını açarak saate baktı. Bahsedilen saate henüz on dakika kaldığını fark ettiğinde sırtını orada bulunan bir sokak lambasının direğine yaslayarak soğuk havaya karşı gözlerini kapadı. Sonra güldü, etrafının kendi çıkarları doğrultusunda her şeyi yapabilecek insanlarla dolu olması tüm sinirlerini alt-üst ediyordu.
Dakikaları saymadı fakat hâlâ bir tarafı içten içe korktuğundan, saat tam on ikiyi vurduğunda gideceğine söz verdi. Biraz nehrin manzarasını izledi, etrafında hiçbir canlılık belirtisi olmadığından yüzünü örten siyah maskeyi çıkarttı. Şimdiye kadar yaşamına pek kafa yormamıştı fakat şu on dakika içerisinde son on dokuz yılını tekrar tekrar gözden geçirip durmuştu.
"Dalmışsın."
Yakınından gelen kalınca erkek sesini duyduğunda tüm düşüncelerinden arınıp ani bir hareketle şaşkınlıkla açılmış gözlerini yan tarafına çevirdi. Konuşmadı ve birkaç saniye yanında kendisine dönük duran adamı izledi. Gözleri ilk beyaz saçlarını turladı, güzel yüzünü, dudağının kenarında kalmış belli belirsiz gülüşünü, yapılı vücudunu ve saçlarının beyazlığında zıt olan simsiyah kıyafetlerini...
Na Jaemin, o kendisinin güzel olduğunun farkındaydı.
Fakat bu dünyadaki en güzel varlık sorulacak olsa hiç şüphesiz onu gösterebilirdi.
"İnsanların neden sana adeta tapındığını anlayabiliyorum sanırım. Yakından daha güzelsin."
Gözlerini devirdi, yabancının boş kelimeleri canını sıkmaktan başka işe yarıyor değildi.
"Sonsuzluğu nasıl elde edeceğim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf And The Sheep
Historia CortaNa Jaemin sadece sonsuz güzelliği arzulamıştı. Bedelini ise en ağır şekilde ödeyecekti. [najaemin+leejeno] Alec Benjamin - The Wolf And The Sheep