"Sonunda doğru sorular sormaya başladın. Aslında form olarak değiştirilse daha iyi olurlar da, yine de idare eder. Gerçi kibar ve neşeli Na Jaemin'i tercih ederdim-"
"Artık saçma şeylerden konuşup durmayı bırak ve bana az önce söylediğin şeyi açıkla, hemen!"
Yüksek ses tonuna karşılık olarak bu sefer göz devirme sırası Lee Jeno'daydı. Karşısındaki güzel çocukla karşılaştığından beri ilk defa gözlerini ondan ayırmıştı. Sonrasında ciğerlerine derin bir nefes çekti ve gencin hiç de kibar olmayan "rica"sına karşılık verdi.
"Diyorum ki, babanın oğlu değilsin. Annen ve baban çok yakın arkadaşlardı ve baban annene aşıktı. Fakat annen kalbini bir ölümsüze vermekle kalmamış, binde bir ihtimalle çocuğuna hamile kalmıştı. Babanın senden bu denli nefret etmesini şu an anlıyor olmalısın. Sevdiği kadına bir başkasının dokunmasını kaldıramadı fakat sen olmasan asla şu anki mal varlığına ulaşamayacağını da biliyordu. Bu yüzden ona hâlâ 'baba' diyorsun. Ama o senin baban değil."
İlk duyduğunda aklı almadı, tamamiyle bir saçmalık olduğunu düşündü fakat aklına doluşan bölük pörçük birkaç anı sonunda adamın doğru söylediğine kanaat getirdi. Babasının ona hiçbir zaman "oğlum" dediğini duymamıştı, daha çok "oğlun" olarak çağrılıyordu. Dahası, Jaemin çocukken babasını çok sevmesine rağmen adam bir kere bile başını okşamamış, ona iyi kötü hiç hediye almamış, hatta kendini birçok kez fazlalık gibi hissettirmişti. Bunları düşündükçe içinde büyüyen nefrete engel olamadı.
"Sen de fark ettin, değil mi? Zorunda kalmadıkça adını bile söylememesine karşın, her zaman kendini fazlalık gibi hissettirdi. İçten içe bir sorun olduğunu biliyordun, Jaemin, ama ihtimal vermedin."
"Sordum."
Geçmişinin aklına gelişiyle bastırmaya çalıştığı duygularının birer birer ortaya çıktığını hissediyordu. Dolan gözlerini sert hareketlerle sildi.
"Anneme sordum. Neden bana böyle davrandığını sordum. Beni istemediğini, bana tiksinir gibi gözlerle izlediğini, bakmaktan dahi kaçındığını söyledim ve nedenini sordum. Bana bir sürü yalan söyledi, gözümü boyadı, o zamanlar inanmak kolaydı, artık doğru olduğuna emin olmadığım hiçbir şeye inanamam. Ben bir daha onların yüzlerine bakamam."
Lee Jeno'nun yüzüne bir gülümseme hakimdi. Karşısındaki çocuğun içinde kendisiyle olan savaşı görüyor olmanın zevkiyle sadece yüzünü izliyordu. Biliyordu, şu an onun zihninin derinliklerindeki nefretiyle boğuştuğunu ve sadece biraz sessizliğe, bir dayanağa, biraz da huzura ihtiyacı olduğunu biliyordu. Ve işe bakın ki, her birini ona vermek için dünden hazırdı.
"Bilirsin, bazı şeyler söylenemez."
Ses tonu yumuşak ve şefkat doluydu. Na Jaemin böyle bir ses tonunu şimdiye kadar sadece menajerinden duymuş olduğundan, şaşkın hissetti biraz. Tam şu anda, tanımadığı bu yabancı adamın yanında, anne ve babasının yanında olduğundan çok daha rahat hissettiğini kesinlikle inkar edemezdi.
"Bu onları affetmem için yeterli bir sebep değil."
"Bak sana ne diyeceğim, Na Jaemin. Gerçek babanı tanıyorum. Seni onunla tanıştırabilirim."
Gözleri yabancının gözlerine çıktı, gri harelerinde birkaç saniye öylece gezindi durdu, yüzündeki ciddi ifadeye rağmen dudağının kenarında kalmış küçük gülüşe baktı, kusursuz bir biçime sahip dudaklarına odaklandı ve son olarak, gözünün altında kalemle çizilmiş gibi zarifçe duran bene kaydı. Lee Jeno, onun gerçekten normal biri olmadığının bir kere daha farkına vardı, kendini ise ona çekilmekten alıkoyamamıştı.
"Kim?"
"Senji Ailesinin on ölümsüz üyesinden biri, Jung Jaehyun. Şöyle bir bakınca ona çok benziyorsun."
"Nasıl ölümsüz olacağım?"
Kısa kısa sorularla merak ettiklerini soruyordu, konuşacak mecali yokmuş gibiydi. Önceki gün yorgun olduğunu düşünmüştü fakat bugünün yorgunluğu, düşüncelerinin üst üste binişi ve tüm doğrularının birkaç sözle alt üst edilişi onu öyle bitirmişti ki, bacaklarının kendisini daha fazla taşıyamayacağı düşüncesindeydi.
"Küçük bir ritüel ile. Eğer Senji Ailesinin bir mensubu isen ve ölümlü biriyle sonsuza kadar yaşayacağına söz verirsen o kişi de ölümsüz olur. Ama herkesin sadece bir hakkı var. Ben hakkımı seninle kullanacağım."
"Nasıl ölümsüz oldunuz?"
"Lânetlendik. Nakamoto Yuta ve Lee Taeyong'un amacı gerçek olmadı, onlar kendi başlarına ölümsüz olamadılar fakat tanrı onları ölümsüzlükle cezalandırdı. Ve o ikisi, tanrının verdiği laneti kendi lehine kullanmanın bir yolunu bulup Senji ailesini oluşturdular. Fakat bu hiçbir zaman, hiçbir yerde anlatılmadı."
"Vampir ailesi bir gizem olarak kaldı yani."
"Kan içmiyoruz ama. Teknik olarak vampir sayılmayız."
"Her ne ise."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Wolf And The Sheep
Historia CortaNa Jaemin sadece sonsuz güzelliği arzulamıştı. Bedelini ise en ağır şekilde ödeyecekti. [najaemin+leejeno] Alec Benjamin - The Wolf And The Sheep