ölü bir adamın son isteği

354 21 8
                                    

iyi okumalar :)

--------------------------------------------------------------

Çaresizlik ve bıkkınlık insana herşeyi yaptırabiliyor açıkçası. Çok aç bir insana nefret ettiği bir yemeği verirseniz onu dünyanın en mutlu insanı yaparsınız. Çünkü açlık ona neyi sevip neyden nefret ettiğini unutturmuştur. Bir başka örnekte; çölde susuz kalmış bir insan büyük ihtimalle kendi idrarını içerek hayatta kalmaya çalışır. Kendi idrarını içmek kimsenin normal şartlarda yapacağı birşey değildir oysa. Zaten tüm olay da tamamen bunla alakalı; normal bir hayat yaşayan insanlar, çaresiz kaldıklarında neler yapabileceklerinin farkına varmazlar. İngilizcede "comfort zone" diye adlandırılan, Türkçede "güvenli bölge" diyebileceğimiz terim buna sebep olur. İnsanlar kendi güvenli bölgelerindeyken kendilerini riske atacak herhangi bir heyecan aramazlar, aramaktan korkarlar.

Peki güvenli bölgeleri ellerinden alınmış ya da o güvenli bölgeye hiç sahip olmamış olanlar ne mi yapar? Bu gayet değişken bir durum olsa bile bu insanlar, toplumun "deli" ve ya "sosyopat" diye nitelendirdiği insanlardır ve dediğim gibi ne yapacakları değişkenlik gösterir. Peki bu insanlar gerçekten delirmiş midir? Yoksa farkına vardıkları delilik düzeyinde anlamsız olan bu düzen mi onları bu hale getirmiştir? Onların deli, toplumun kalanının ise normal olarak sınıflandırılmasına sebep olan algı nedir ve bu doğru mudur? Bu soru da doğru, herkesin doğrusunu kapsar mı? ve yanlış nedir? Tarzı soruları beraberinde getiriyor. O yüzden en iyisi herkesin kendi doğrularına karar vermesi.
‌Benim kendi doğrumsa size biraz kasvetli gözükebilir sanırım.

Anlatmaya başlayayım o zaman. Bundan 19 sene önce kasvetli havasıyla adeta apokaliptik - distopyadan çıkmış bir şehirde doğdum. Doğduğum ailenin ilk çocuğu bendim ve tabi son çocuğu da, neyse buralara sonra geleceğim. Doğduktan kısa süre sonra babamın boktan işi için yurtdışında yeni bir şehire taşınmışız. Tabi bundan önce bahsettiğim kasvetli şehirden sonra iyi bir değişiklik olabileceğini düşünüyor olabilirsiniz. Ama hiç öyle olmadı. Adeta bir şanssızlık silsilesi içinde doğmuşum. Anlarsınız ya kötü şans yakamı hiç bırakmadı. Yakamdan ilk tuttuğu yer ise o yurtdışında taşındığımız yeni şehirdi. Annemi ve babamı kaybettiğim o şehir... Hemen üzülmeyin ama, hatırlamıyorum bile onları ya da yaşananları. Bir trafik kazasında ölüvermişler işte. Ailem o kazada öldükten sonra dedem tarafından tekrar doğduğum şehire getirilmişim. Ah canım dedem. Bir tanısaydınız siz de severdiniz, dünyalar tatlısı bir adamdı. Dedemle geçirdiğim birkaç yılın ardından kendisi (yaşlılığından olsa gerek) ben yedi yaşındayken göçüverdi dünyadan. Ve işte o günden beri koruyucu ailelerin birinden diğerine adeta bir tenis topu edasıyla fırlatıldım. İlk başlarda umutluydum, yeni bir hayata başlayıp yeni insanlarla yaşayacağım için. Sonrasında ne büyük bir başbelası olduğumu anladım, adeta bir sorun yaratıcıydım! Gittiğim hiçbiryerde hoş karşılanmadım 12 yaşımdan itibaren de tamamen yetimhanede yaşamaya başladım. Yetimhane de sahtelikle dolu bir yerdi herkes herkesin arkasını kollarmış gibi yapıp fukara edebiyatı döndürürlerdi. Fakat bir fırsat buldukları gibi anında bıçağı sırtınıza saplayıverirlerdi. Eh böyle bir ortamda büyüyünce insan varoluşunu epey bir sorguluyor, (yapacak fazla da birşey yoktu zaten) sorguladıkça da umudunu hepten kaybediyor. Umutsuzluk mutsuzluğu, mutsuzluk depresyonu, depresyon kötü alışkanlıkları ve kendine zarar vermeye eğilimli bir insanı yaratıyor. Eh ben de farklı değildim. 18 yaşımda beni nihayet yetimhaneden de postaladıkları zaman ait olduğum son yeri de kaybetmiş oldum. En azından artık ne yapıp yapmayacağımda özgürdüm. Gerçi özgürlük karın doyurmuyor ama... En azından seçimler yapabilirdim artık. Tam bir seneyi sokaklarda oradan oraya savrularak restoran tepsilerindeki artıkları yiyerek, altıma serdiğim kartonların üzerinde uyuyarak geçirdim. Bu bir yıl bana zorlu bir ömürden farksız hissettirdi ne yalan söyleyeyim. Yetimhaneden ilk çıktığımda herşeyi değiştirebileceğime emindim oysa. Ahmaklık işte ne yaparsınız. Şimdi de oturmuş bu notu yazıyorum. gerçi kimin okuması için yazıyorum o da ayrı bir muamma ama büyük olasılıkla olay yerine ilk varan polis amcalardan biri olur. Merhaba polis amca ve elveda.

‌Kalemi bırakıp yazdığı nota tatminkar bir şekilde baktıktan sonra büyük bir gülümsemeyle gömleğinin ön cebine yerleştirip cebinin düğmesini ilikledi. Ağzının kenarındaki sigarasını oturduğu bankın köşesinde yavaş hareketlerle ezerek söndürdü ve ayağa kalktı. buz gibi hava yetmezmiş gibi bir de yağmur çiselemeye başlamıştı. Bahtına küfredip kaldırıma çıktı ve kaldırımdaki dükkanların brandalarının korumasında yürümeye başladı. Adımları rahatsız edici derecede tembel ve yavaştı: ama acelesi var da denilemezdi. Gittiği yer eskiden yaşadığı yetimhaneden başka bir yer değildi tabiki. Bu denli şahane bir ironi sergileyebilecekken niye başka bir yer tercih etsin? Yalnızca birkaç sokak kalmıştı yetimhaneye varmasına. Genç çocuk düşünceliydi merak ettiği çok şey vardı neler olacağı hakkında. İntihar etmeye karar verdiğinden beri hiç korkmamıştı, aksine nihayet kafasındaki bazı sorulara cevap bulabileceği için heyecanlıydı. Tanrı, sonraki hayat, cennet, cehennem, reenkarnasyon bunlar genç çocuğun heyecanlanmasını sağlıyordu. Zaten acınası bir hayat yaşayan kim varsa kendini ya tanrıya dua ederken ya da tanrıya küfrederken bulurdu. Gerçi hangi manyak öleceği için heyecanlanıp yerinde duramaz hale gelirdi ki. Kafasından aynı anda onlarca düşünce geçen çocuk bir anda yürümeyi bırakıp cebinden kalemini ve kağıdını çıkardı. Katlanmış kağıdı açıp yanındaki duvara yapıştırarak yüzünde bir gülümsemeyle şunları yazdı "Tanrı doğmamıştır ve ölemez. O yüzden unutmayın ki ben tanrıdan bile özgürüm. Varoluşumu sonlandırıp zincirlerimi kırdım" Kağıdı katlayıp cebine geri koyduktan sonra yürümeye devam etti. Nihayet yetimhaneye vardığında elini kolunu sallayarak yetimhaneye girip çatıya çıkamayacağından yangın merdivenine ilerledi ve tırmanmaya başladı. Hayatında ilk defa attığı her adım mecazen değil de somut şekilde onu ölümüne yaklaştırıyordu. Bu ve bunun gibi tonla ironiyle kafasını meşgul eden çocuk çatı katına ulaştı. Tabi direkt gidip kendini aşağıya bırakmayacaktı. Kalan son dakikalarının keyfini yaşamak için betondan çatı katında sırt üstü uzanıp bulutlara bakarken bir sigara yaktı ve düşünmeye başladı. Ne olacaktı? Öldüğünde ne olacaktı? düşündüğünde cennet, cehennem, reenkarnasyon fikirleri ona fazlasıyla absürt geliyordu. Ama bunlardan birini seçecek olsa reenkarnasyonu seçeceğini düşündü. Reenkarne olup bu sahtelikle dolu dünyaya gelmek istemezdi ama. Bambaşka fantastik bir dünyada yaşamak isterdi. O masallarda anlatılanlar gibi toz pembe bir dünya da değil ama ha. Fantastik ama hayatın gerçeklerini de barındıran ama hayatın tek gerçeğinin doğduğun aile ve sosyal durumun olmadığı. Hayatını kendin yönlendirebileceğin bir dünya. Gücü sonradan kazanabileceğin ve tek hiyerarşinin güçle belirlendiği bir dünya. Hayalinin saçmalığına acı şekilde tebessüm etti. Gerçekler can yakardı, ne de olsa çocukluğunda yetimhanedeyken okuduğu bir manga değildi hayatı. Acı verici ve gerçekti. Yine de gökyüzündeki bulutlara bakıp içinden şöyle geçirdi "ölü bir adamın son isteği ha? Tanrı ya da herneysen işte... Göster marifetlerini" Yüzünde buruk tebessümüyle ayağa kalkıp sigarasından bir duman daha alarak çatının ucuna doğru yavaşça yürüdü " zamanı geldi" diyordu "zamanı geldi" çatının tam ucuna geldiğinde zemin ve boşluk arasında bir adım kalmıştı sadece, yaşam ve ölüm arasında bir adım. Son bir nefes daha alıp sigarasını fırlattıktan sonra son kez gökyüzüne bakıp söyledi; "ölü bir adamın son isteği ha?" ve kendini boşluğa bıraktı.

--------------------------------------------------------------

JUSIUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin