1.Bölüm

1.5K 278 29
                                    

Yıl: 2030
Multimedya: Hikayenin geçtiği Seattle şehrinden bir görüntü

Washington'un merkezinde gümüşi bir bina parlak alevlerle yanıyordu. Pencereler tuzla buz olmuş, binanın beton duvarları yer yer çatlamıştı.

Teresa Blackwood, kızıl saçlarını dağınık bir topuzla toplamıştı. Sağında, on yaşından beri yanında olan Andy Black, solunda ise Bay Blackstern duruyordu. Bay Blackstern son beş yıl boyunca annesi Abigail Blackwood için çalışmıştı. Abigail, çalışanlarının arasında en genç o olmasına rağmen, Blackstern'i çok severdi. Adam daima annesinin yanında olmuştu; şimdi de kendisinin yanındaydı.

''Teresa'' Andy kızın adını adeta fısıldarcasına söylemişti. Genç kadın, ona baktı. Adamın mavi gözlerinde hüzün vardı. Yavaşça başını eğdi; bu adama sözlerine devam etmesi için verdiği bir işaretti. ''Şimdi ne olacak? Senin... bilirsin işte. Annenin yerine geçmen gerekiyor. ''Teresa, gözlerini yanan binaya çevirdi, derin bir nefes aldı ve sözlerine başladı. ''Elbette geçeceğim Andy,'' duraksadı. ''Bay Blackstern?''. Genç adam ona baktı; kaşları soru sorarcasına yukarı kalmıştı. ''Herkesi topla. Yeraltı Tesisindeki Değişimdekileri alın. Karagahı taşıyoruz.''. Blackstern başını onaylarcasına salladı. Öne doğru bir adım attı, ardından aklına bir şey gelmiş gibi tekrar Teresa'ya döndü.

''Nereye gideceğiz, Bayan Blackwood?''. Teresa bir süre düşündü. Gidecekleri yer, karşılarında uzanan bina gibi göz önünde olmamalıydı. Ayrıca Washington gibi büyük bir şehre gitmemelilerdi. ''Seattle. Seattle'a gideceğiz.''. O anda aklına bir fikir geldi ve çoktan uzaklaşmaya başlamış olan Blackstern'e seslendi. ''Bay Blackstern!''. Genç adam topuklarının üzerinde Teresa'ya döndü ve başını talimatları beklediğini gösteren bir biçimde hafifçe eğdi.

Kadın, yüzünde düşen bir tutam kızıl saçı kulağının arkasına itti ve konuştu: ''Değişmişleri serbest bırakın.''. Blackstern endişeli bir bakış attı ve bir saniye sonra başını aşağı yukarı salladı. Binaya doğru aceleyle yürüdü ve alevlerin arasında gözden kayboldu.

...

Brianna, siyah gecenin içinde kaybolmuş görünen cipin deri koltuklarına yayılmış uyukluyordu. Başını yasladığı kapının açık camından içeri süzülen esinti, genç kızın siyah saçlarını dalgalandırıyordu. Ethan arabayı çok hızlı sürüyordu. Yoldaki pürüzler, arabanın kalkıp inmesine sebep oluyor, kızı yattığı yerde sarsıyordu.

Çocuk, Brianna'nın hiç beklemediği bir anda sertçe frene bastı ve arabayı durdurdu. Brianna gözlerini açtı. Etrafına bakabilmek amacıyla başını yasladığı yerden kaldırdı. Açık camından dışarı uzandığında, karmakarışık siyah saçları arabanın kapısını süpürdü. Seattle'ın yaklaşık 50 metre üzerinde, ay ışığında gri bir renkte parlayan ağaçlarla çevrili bir yerde durmuşlardı.

Serin rüzgar kızı ürpertti, başını camdan içeri soktu ve camı ardına kadar kapattı. Sırtını koltuğa yasladı, tek kaşını kaldırıp Ethan'a baktı. Sevgilisinin kahverengi gözleri aydan yansıyan ışıkla parlıyordu ve dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı.Brianna ne olduğunu anlayamadan Ethan arabadan inmiş, kızın solundaki kapıyı açmış, başını beklentili bir şekilde içeriye doğru uzatmıştı.

Genç kız, sevgilisinin gülümsemesine karşılık verdi ve arka koltukta sağa doğru kaydı. Gecenin esintisi arabanın açık kapısından içeri doldu ve Brianna anlık bir ürpertiyle titredi. Çocuğu bileğinden tutup kendine doğru çekti. Ethan sağ kolunu kızın beline doladı ve boştaki eliyle de esintinin kaynağı olan kapıyı kapattı. Genç kızın içi ısındı, kollarını Ethan'ın boynuna doladı ve oğlanın kucağına çıktı. Öpüşmeye başladılar. Çocuğun dudakları yumuşaktı; Brianna'nın onu daha çok öpmek istemesine sebep oluyordu. Parmakları sevgilisinin gür, kahverengi saçlarına daldırdı ve daha sert öpmeye başladı. Çıplak bacaklarındaki sıcak parmakları hissettiğinde inledi. Parmaklar baldırlarında gezindi, elbisenin altına doğru kaydı. Brianna'nın gözleri kocaman açıldı ve bedenini Ethan'dan ayırdı.

Genç adam soru sorarcasına kıza baktı. Brianna ne yaptığını düşünmeden çocuğa bir tokat attı ve hışımla arabadan indi. Dışarıda, rüzgarda sallanan yaprakların hışırtısından başka ses yoktu. Yüksek çamlar, içeriyi görmeyi tamamen engelliyordu. Arabanın geldiği yol, önünde uzanıyordu. O yöne doğru koşmaya başladı; Ethan'ın botlarının çakıllı yolda çıkardığı sesler tam arkasından geliyordu. ''Brianna!'' diye seslendi arkasından. Çocuğun sarhoşluğu sesinin tonundan belli oluyordu.

Kız adımlarını hızlandırdı; artık çok daha süratli koşuyor, yanından geçtiği ağaçlar sele kapılmış gibi akıp gidiyordu. Ethan adını seslenip duruyordu, artık sesi daha yakından geliyordu. Bağırışları kızın kulaklarını dolduruyor, ağaçların dalları görüş alanını kısıtlıyordu.

Ayağındaki yüksek topuklu ayakkabılar koşmasını son dere zorlaştırıyordu. Durup çıkarmayı düşündü, fakat Ethan ona kesinlikle yetişirdi. Sızlayan ayakları kaçışını imkânsızlaştırırken yüzünü buruşturdu. Son sürat koşarken ayakkabısının ince topuklularından biri kırıldı ve kızın bileği burkuldu. İstemeden durdu ve dudaklarından bir inleme döküldü. Fırsattan yararlanan Ethan tek hamlede üstüne atıldı ve birlikte yere kapaklandılar. ''Benden kaçabileceğini mi sandın bebeğim?''. Dedi tükürüklerini kızın saçlarına saçarak.

Brianna korkuyla debelenmeye başladı ve dirseklerini gelişigüzel bir şekilde savurdu. Birkaç ıskalamadan sonra dirseğini çocuğun karnına geçirdi ve sürünerek altından çıktı. Çabaları sonucu her yer toz duman içinde kalmış, havaya kötü bir koku yayılmıştı. Genç kız ciğerlerindeki havayı temizlemek için öksürdü ve sonunda ayağa kalmayı başardı. Topuklu ayakkabılarını telaşla çıkardı.

Ethan karnını tutmuş ağır ağır ayaklanıyordu. Sert bir rüzgâr kızın saçlarını yüzüne yapıştırdı. Brianna parmaklarıyla saçlarını uzaklaştırdı ve sağlam ayakkabısını rast gele bir yöne fırlattı. Nereye isabet ettiğine bakmadan koşmaya devam etti;

Çocuktan gelen bir inilti ayakkabının hedefini bulduğunu belli ediyordu. Brianna ayaklarına batan çakılları umursamadan hızını arttırdı. Gecenin karanlığında nereye gittiğini görmeden koşuyordu.

Ethan'ın kendisini takip edip etmediğine bakmak için omzunun üzerinden baktı. Genç kızın tek gördüğü ağaçlar ve ardında bıraktığı yoldu. Bir anda sağ tarafında dayanılmaz bir acı hissetti. Sırtüstü yere kapaklandı, yerdeki çakıllar sırtına battı. Dişlerini sıktı ve acıyla hırladı. Sızlama yanağından bütün vücuduna yayılıyor, ayağında çakılların kestiği sıyrıklardan kan süzülüyordu. Gözleri kararmaya, kulakları uğuldamaya başladı. Bilincini kaybediyordu. Acı bütün bedenini ele geçirirken gözkapakları mücadeleye yenik düştü ve her şey karanlığa gömüldü.

...

Aidan'ın kumral saçları, Seattle'ın tatlı melteminde dalgalanıyordu. Önündeki tahta masanın üzerindeki dokunulmamış kahvenin dumanı tütüyordu. Beyaz, porselen bir tabak ağzına kadar çikolatalı kekle doluydu.

Kıvırcık, kahverengi saçlarıyla Leo karşısında oturmuş, saçları rengindeki gözlerini çocuğa dikmişti. Leo, kendini bildi bileli Aidan'ın en yakın dostuydu.

Onunla çok şey yaşamıştı; sinemada filmlerin gösterildiği odaya dalıp bir kaç film yürütmüş, okul müdürüne yangın söndürme tüpü püskürtüp uzaklaştırma cezası almış, aileleriyle müzeye gittiklerinde camekân sergiye girip alarmı çaldırmış sonrasında müzeden kaçmışlardı. Leo, onun için kardeşten farksızdı.

''Kahveni içmeyi düşünüyor musun dostum?'' dedi Leo. Kaşlarını çatmıştı fakat yüzünde her zamanki sersem gülümseme vardı. Aidan uzun parmaklarını dalgalı saçlarından geçirdi. Kahve sevmezdi bile, neden sipariş etmişti bilmiyordu. Başıyla fincanı işaret etti ve masanın karşı tarafına, Leo'nun önüne itti. ''İstersen içebilirsin. Kahve sevmem bile.'' Bunun üzerine genç adam kıkırdadı. Bunu hep yapardı. Aidan bir şey söylerdi ve Leo -komik, saçma, sıkıcı oluşuna aldırmadan- kıkırdardı. Onu bu yüzden seviyordu. Ne zaman öfkeli, üzgün, bıkkın veya stresli olsa Arkadaşı onu neşelendirmenin bir yolunu bulurdu.

Leo kahve fincanını dudaklarına doğru götürdü ve yudumladı. Başını her hareket ettirişinde kahverengi bukleleri sallanıyordu. Kahve fincanını masaya bıraktı ve tekrar sırıttı. Aidan bu sırıtışa tebessümle karşılık verdi. ''Eee?'' dedi Leo. Sesinde soru soran bir tını vardı. ''Yarın basketbol maçına gidiyor muyuz?''. Aidan başını onaylarcasına salladı ve iki çocuk haylazca bir şey yapmak üzere olan iki kardeş gibi sırıttı.

Ilk hikayem ve votelarsanız gerçekten çok sevinirim :)  sizi seviyorum ♥

KARANLIK DENEYLER 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin