EN GÜZEL TATİL

315 7 0
                                    

    Acımasız geçen o kadar gün içerisinden bana kalan ne mi oldu? Bir hiç. Yani o kadar çabaya, o kadar düşünceye ve uğraşa rağmen hayatım boyunca çabalayıp gerçekleştirmeye uğraştığım hayallerim yarıda kaldı, her zamanki gibi. Gelin de anlatayım ne olduğunu.

    En yakın arkadaşım Alara'nın tatil davetini kabul etmemle başladı bütün olay. Sadece tek bir davet, evet baş belası bir davet. O kadar güzel bir yere davet etti ki kıramadım. O güzel yeri tahmin ediyorsunuzdur diye düşünüyorum, Bambus Plajı. Benim için son on yılda en iyi plaj desem daha doğru olur. İkimizde yıllardır ayrı yaşadığımız için öğretmenlikten kalan maaşımızı tatillere harcıyoruz hep. Tabi başka gelir olmayınca belirli kısmını kenara bırakıyoruz. Ben Ankara'da İngilizce öğretmeniyim, Alara ise Edebiyat. Tam birbirimizi bulduk. Aynı evde yaşamak kimsenin aklına gelmemişti başta, ikimizde bekardık nasıl olsa. Telefonun çalmasıyla birden irkiliyor gibi oluyorum. Alışkın değilim buna. Arayan Alara, hazır olup olmadığımı kontrol ediyor. Evet hazırdım tüm valizlerim hazırdı. Ama bir şey eksikti tüm yaz orada mı kalacaktık? Plan, planımız eksikti. Oraya gidince ayarlamaya karar kılıyoruz. Her şey hazır araba, bavullar, biraz yol boyu yiyeceği, biraz da para. Beraber tek bir arabada gitmenin daha güzel olduğunu düşünüyoruz, yolları o bildiği için onun arabasıyla gidiyoruz. Beni almaya geliyor, sabahın yedisinde.
"Dattt!!!"
Sanırım geldi. Camdan gördüklerime inanamıyorum Alara aşağıda kavga ediyor. Yine kesin birisi damarına basmıştır, kolay kolay kavga etmez. Hemen koşarak yanlarına gidip soruyorum:
"Noldu?"
"Arabayla geçemiyorum, şu hale bakar mısın?" diyor sinirli haliyle, kamyonu göstererek:
"Şu kamyonu çekseler..."
Alara hızlı hızlı konuşurken olaylardan anladığım bir hafriyat kamyonunun evden eşyaları çıkardığını. Adam da kel göbekli konuşmaya çalışıyor hafif hoplayan göbeğiyle:
"Biraz beklesen ölür müsün yani?"
Alara'nın karşısında adam o kadar sabırlı ki, Alara'yı o halde görünce sinir olmamak için kendisini tutuyor gibi.
"Evet ölürüm, çek şunu."
Alara'nın sinirli hali adamı yavaş yavaş delirtmeye yetiyor ama adam Alara'yı sinirlendirmek için inadına sabırlı oluyor gibi. Alara'yı yatıştırmayı hiç istemem özellikle şu anda ama yatıştırmazsam hiç de iyi olmayacak gibi.
"Tamam gel sen arkaya park et biz bana çıkalım."
Zar zor ikna oluyor, tabi onu ikna etmenin yollarını biliyorum, o sayede. Beraber eve çıkıyoruz arabasını uzağa park etmek istemiyor. Gözünün önünde durursa daha iyi olurmuş. Birer kahve içiyoruz. Tabi bavulları da o kadar uzağa götürmek istemiyor açıkçası. 3 valizim var ne olur ne olmaz diye biraz fazla eşya aldım, hiç belli olmuyor sağı solu onun. O kendisine dört valiz almış. Ben kendi valizlerimden ikisini alıyorum, Alara çantamla diğer valizimi alıp dışarı çıkıyoruz ikimizde. Görünüşe göre hala sinirli gibi. Neyse hiç muhabbete girmiyorum şu an. Aşağıya indiğimizde ne kamyon ne de eşya kalmış, adamlar baya hızlıymış dediği gibi beş dakikada bitirdi.
"Bak sinirlendiğine değmedi bile."
"Aynen öyle, sen gelmeseydin adamı mahvedicektim ama. İyi ki de erken geldin." diyerek hem gülümsüyor hem de bana bakıyor. O an içimi biraz huzur kaplıyor doğrusu.
"Kızım biz bir şeyi biliyoruz da yapıyoruz."
"Atla bakalım."
"Emin misin, bu sinirle kullanabileceğine?"
"Atla sen."
Israrcı bakışlara dayanamıyorum biniyoruz arabaya. Bu araba benim biraz hayalimdeki araba, sanırım o yüzden diretsem de başarılı olamıyorum kullanmak için.
"E anlat biraz." Diyor sanki az önce sinirlenen o değilde benmişim gibi.
"Ne anlatıyım kızım? Her şey aynı, hem daha dün görüştük"
"Biliyorum olsun, anlat sen."
Kısa bir süreliği yine o bozuyor:
"Bak ben bu tatilin çok iyi geçeceğini biliyorum."
"Yollar biraz virajlı."
"Peki yolların bundan haberi var mı?"
Yine patlatıyor her zamanki gibi o iğrenç esprilerini. En sevdiğim şey otostop çeken yolcu olması, farklı insanlarla tanışıyoruz ne de olsa. Tabi Ankara'dan Antalya'ya baya uzun bir yol olacak ama olsun. Karşımıza genç bir çocuk çıkıyor, bizim yaşlarımızda; kararsız kalıyoruz. Tabi benden çok Alara kararsız kalıyor. Ben Alara'ya çocuğu alması için ısrar ediyorum, oysa teklifimi reddediyor. Sorun kıyafetiymiş.
"Hadi ama al şu çocuğu."
"Olmaz, çocuğun giyinişi çok tuhaf."
"Ne olmuş farklı giyindiyse, yani giyinişi tuhafsa?"
Farklı giyim derken bohemi kastediyoruz, benim en sevdiğim giyim tipidir. Omuzlarına kadar olan saçlarını kırmızı eşarp tarzı bir şeyle bağlamış; beyaz, tenini gösteren gömleği yarıya kadar açık sanırım düğmesi yok -ama hoş bir hava katmış- mavi kot şortunu dizlerine kadar kesilmiş ama kendi kesmiş gibi bir hava katmış. Sırtında yeşili andıran çantası kollarında bileklikler ve çantasını tutan sağ elinin parmağında bulunan yüzük. Gördüklerimi iyi tasvir ederim. Ben kendi kendime çocuğu incelerken düşüncemi Alara bölüyor:
"Tipinde hayır yoktur onun."
"Yüzünü görmeden nerden bileceksin ki tipini."
"Ben anlarım, böyle giyiniyorsa tipi kötüdür, almaya ne gerek var ki."
"Saçmalama adam yolda mı kalsın yani."
Hızlı giden Alara yavaş yavaş çocuğa yaklaşıyor.
"Noldu?"
"E otostop çekiyor çocuk."
"Hani almicaktık?" diyerek kafa sallıyorum.
"Sussana, hem sen dedin bunu."
32 diş sırıtıyorum şaşkınlıktan. Alara çocuğun tam önünde duruyor. Çocuğa hiç sormadan binmesi için yalvarır gibi bakıyor, çocuk bakışını kıramıyor ve arabaya biniyor. "Merhaba ben Cenk."
"Ben de Alara."
"Deniz"
"Memnun oldum."
"Biz de, biz de."
Bana hiç söz bırakmıyor.
"E Alara sürmeye mi devam etsen, hani önüne baksan falan."
"Bak ne dicem Deniz, arabayı kullanmayı çok istiyordun ya ne dersin?"
Ne? Ne mi derim. Ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum ama kendini çocuğa karşı rezil edeceğinden emindim ve bundan korkuyordum açıkçası. Benlik bir durum yok aslında ama asıl olay kendisini rezil edip etmemesi.
"A tabii."
Maksimum 1 dakika falan sürdü, Alara böyle genelde, alıştım onun tuhaf alışkanlıklarına. Direksiyona geçiyorum Alara'yı güç bela öne oturtuyorum. Gidip oturacak adamın yanına. Alara çatlıyor tabi konuşmadan duramıyor çocukla:
"Eee, ne iş yapıyorsun?"
"Doktorum."
"Vay canına, aslında iyi olacak doktor hastanın ayağına gelirmiş." Deyip tuhaf bir gülümseme patlatıyor. Düzeltiyorum Alara'yı:
"İyi olacak hastanın doktor ayağına gelmiyor muydu?"
Alara ise hiç umurunda bile değil, beni dinlemiyor. Çocuk durumdan haberdar, bunu takmıyor. Bu devam ediyor:
"Ee ne işin var burda?"
"Hiç öyle tatil yapmaya Muğla'ya gidiyorum."
"A ne tesadüf bizde."
"Ne! Ne zamandır?"
Gözlerimi deviriyorum, tatil planımız ne zaman değiştiyse.
"Öyleydi plan uzun zaman önce değişti senin haberin yok mu?"
"Saçmalama kızım her şeyi ona göre ayarladık, hem de neredeyse aylar öncesinden."
"Tamam öyle olsun ama dönerken bekliyorum." Diyor çocuğa bakarak. Çocuğun isteyip istemediğini anlamaya çalıştım ama hiç renk vermiyordu.
"Gelirim de, nereye?"
"Antalya"
Çocuğun yüz ifadesi değişti.
"Tamam gelirim ama benim tatil biraz uzun sürecek gibi o zamana kadar orda olur musunuz bilemem."
Resmen çocuğun yüzünden şapşallık akıyordu. Aptal budala, nasılda kasılıyor. Alara'nın ona olan hevesini aşk sandığı için kendini bir şey sanmaya başladı. Alara da garip tiplerden hoşlanır hep. Ben derin düşüncelere dalmışken Düşüncemi Alara bölüyor:
"Oraya ne için gidiceksin?"
Aptal budala sadece doktor olmanın insanlığa bir şey katmadığını bilmiyor sanırım. "Toplantım var sonra da tatil."
Kısık sesle:
"Pek tatil denemez ama."
Bunu duyuyorum tabi.
"Neden?" diyorum yine aynı şapşallıkla gözlerini devirerek o abartı bulduğum cümleyi söylüyor:
"Malum doktorluk."
Alara çocuğa hayran hayran bakmaya devam ediyor, o biraz şıpsevdidir kendisi.
"Ay ne kadar güzel keşke ben de doktor olsam." Diyor Alara, o kadar mutlu ki kimse mutluluğunu bölemezmiş gibi geliyor bana.
"Benimki o kadar güzel değil biraz ama"
"Olsun, sonuçta doktorsun."
Mola izni isteyip petrolde duruyorum. Lavaboya girip geldikten sonra bir bakıyorum ki Alara çocuğun ağzına düşecek. Numarasını almış, geç kalsa şaşardım zaten.
"Ee, ne içersiniz?"
"Kola"
"Ben de kola alıyım."
Alara'nın ayna taklidi işe yarıyor gibi çocuk biraz değişik bakmaya başlıyor, çapkın sanki. Hafif gülümsüyor dudağının kenarından Alara'ya bakarak. Yüzümü buruşturup oradan uzaklaşıyorum hemen. Üç kutu kola, üç şişe su alıp geri dönüyorum yanlarına. Alara'ya sessizce:
"Çocuk bize biraz pahalıya mı mal oldu ne?" diye fısıldıyorum. Gülerek:
"Aynen" diyor sanki ne dediğimi anladı da. Arabaya biniyorum. Yola devam ediyoruz.

Geçmiş Aşkın İzleri - Bir Tatil HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin