[2]

323 18 13
                                    

"Bu gerçekten ilk görüşte aşk gibi değil.
Daha çok... yer çekimi gibi.
O kişiyi görünce aniden dünya sanki seni tutmayı bırakmış gibi oluyor. Artık o kişi senin eksenin oluyor.
Ve ondan başka hiçbir şey önemli olmuyor.
Onun için her şeyi yapabilir hale geliyorsun, herkes olabiliyorsun... Onun ihtiyacı olduğu herkese dönüşüyorsun, bazen bir koruyucu, bazen bir âşık ya da arkadaş belki de yalnızlığını unutturacak tek kişi."

Acı.
Kör bir insanın bütün renklerinin karanlığa esir düştüğü anda değil de , o renkleri kaybettikten sonra sokağa attığı ilk adımın tok sesinde gizliydi. Bu yüzden ruhu sakat bırakan anlar değil de o sakat ruhla yola devam etmenin sancısı çökerdi hep zamana.

Belki de bu yüzden hayatın acımasız izlerinin kazındığı gözlerime rağmen insanları kendimden uzak tuttuğum buzdan duvarlarım vardı.

Düşünceler tarafından terk edilen zihnim bir harabeden ibaretti. Boş bakışlarım, yorgun gözlerim ve solgun tenim kabuslarımın izlerini taşıyordu.

Üzerime geçirmek için yatağımın üzerinden aldığım kazağımı giyeceğim sırada odada yankılanan telefonumun sesi kulağıma ulaşmıştı. Beni kim arardı ki? Hemde sabahın 8'inde.

Telefonumu aldığımda arayanın Yoongi hyung olduğunu gördüm. Tanrım, beni merak etmiş olmalıydı. Dün kütüphaneden ayrıldıktan sonra direkt eve geçmiştim. Ne kedilere uğramış ne de Yoongi hyunga selam vermiştim. Aptal kafam. Aptal.

Aramayı yanıtladığımda birkaç azar işitmiş daha sonrasında biraz zorda olsa şirinlik yaparak kendimi affettirmiştim. Okuluma yakın bir yerde işi olduğunu, eğer hazırsam beni de bırakabileceğini söylemişti. Gözlerim aynada ki yansımama gitmişti, hazır mıydım?

5 dakikaya çıkacağımı söyleyip telefonu kapatmıştım. Ardından ceketimi alıp kapının kilidini çevirdim. Çanta kullanmayı sevmediğim için telefonu, bugün 2 dersim olduğu için sadece not aldığım defterimi ve paramı hızla cebime sıkıştırırken Yoongi hyungla göz göze gelmiştik.

İtiraf etmek gerekirse Yoongi hyungu gerçekten çok seviyordum. Kumral saçları, beyaz teniyle çok yakışıklı olmasının yanı sıra koruyucu ve iyi biriydi. Sevmediğim tek yönü sürekli huysuzlanmasıydı.

İnsanlarla iletişim kurmayı tercih eden biri değildim. Zamanımın büyük bir kısmını yanlızlığa kurban verirdim. Kalabalığı, eğer o kalabalığın içinde kaybolacaksam severdim. Belki böyle olmamdaki en büyük etken ailemdi. Onlar beni bu yalnızlığa mahkum etmişlerdi.

"Günaydın hyung!" dememle gülen hyungum saçlarımı karıştırmaya başlamıştı. Tanrım, saçlarıma dokunulmasından nefret ettiğimi biliyordu. İnadına yapıyordu işte. "Günaydın Jiminie."

Arabaya bindiğimizde hyungumun "Dün neden uğramadan geçtin eve bakayım?" demesiyle aklıma dünkü anılar dolmuştu. Ahh... Utançtan ölmek üzereydim. Yoongi hyungtan bir şey saklamazdım. Dün olanları ona anlattığımda benimle dalga geçeceğine "Bizim minik Jimin'imiz aşık olmuş"diyeceğine adım gibi emindim. Ki öyle de olmuştu zaten. Başta gülse de benim gülmediğime fark edince ciddi olup olmadığımı sormuştu. Bense sadece susmuştum. Bilmiyordum çünkü. Ciddi miydim?

Aradan geçen birkaç dakikadan sonra "Ee dünkü olanlarla bana uğramamandaki bağlantı ne peki?" demesiyle ona en önemli şeyi söylemediğimi hatırladım. Jin hyung'un yanıma gelmesini...

Derin bir nefes aldım. "Ben tekrar masaya geçince, o da arkamdan çıkmış olmalı. Masalarımız çok yakınmış. Ama ben hiç fark etmemiştim. Daha sonra kitaplarımı toplarken göz göze geldik. Yanındakiler tanıdık geliyordu. Jin hyungmuş birisi. Tanışıyorduk ama yakın değiliz." aklıma dolan anılarla tekrar kıpkırmızı olmuştum. Tanrım, ağlamak istiyordum.

"Jimin-ah, iyi misin? Kötü bir şey mi dedi sana? Dediyse söyle bak... Hey sana diyorum!" hyungun seslenmesiyle kendime gelmiştim.

"Hayır hyung... Bir şey demedi. Sadece bana "Sen de mi buradaydın Jimin-ah" dedi. Ben de o heyecanla ne yapacağımı bilemedim. Tam evet diyecektim ki masaya dizimi çarptım sonra elimdeki telefon yere düştü. Onu alayım derken bu sefer kafamı çarptım. Jin hyung bana iyi misin diye seslendi. O kadar utandım ki hyung...Sonra da "Ben iyiyim Jin hyung, görüşürüz!" deyip kaçtım."

5 dakikadır arabada sadece hyungun gülme sesi vardı. Cidden ilk defa bu kadar fazla güldüğüne şahit olmuştum. Bu da demek oluyordu ki dün gerçekten fena rezil olmuştum.

Okula geldiğimizi fark edince hyung gülmeyi kesmişti. Benden özür bile dilemişti. Sadece birkaç saniye ciddi kalabilmiştim. Sonra ben de gülmeye başladım. Hyungumla vedalaştıktan sonra arabadan indim. İşte yine başlıyorduk.

Aşina olduğum yolda ilerlerken arkamdan birinin seslendiğini duymuştum. Bana mı sesleniyordu?Başta bana seslendiğini anlamasamda daha sonra bir anda kolumu tutup beni durdurmasıyla anlamıştım. Tanrım, sorunu neydi?

"Şey... Kusura bakma. Sen telefonunu düşürünce... Seslendim ama duyamdın. Ben de yetişemeyince bir anda..." başta algılayamadım. Nefes nefeseydi. Daha sonra elindeki telefonumu görünce ne yapacağımı bilemedim. Teşekkür edip özür diledim sadece. Ah, aptal park. Cebindeki telefona bile sahip çıkamıyorsun.

Ben düşüncelerime dalmışken karşımdaki çocuk elini uzatmıştı. "Ben Tae...Yani Taehyung. Şey, arkadaşlarım genelde Tae diye seslenirler... Alışkanlık olmuş olmalı." gülerek konuştuğunda ben de istemsiz bir şekilde gülümsemiştim. "Ben de Jimin. Memnun oldum." ondan bir kaç memnun mırıltı duyarken bir anda bakışları sağ tarafa yönelmişti.

Ben de kafamı çevirmemle motorla bize yaklaşan birini fark etmiştim. Tekrar Taehyung'a döndüğümde motora bakarak gülümsüyordu. Sanırım arkadaşıydı. Ne yapacağımı bilememiştim. Gitmeli miydim yoksa kalmalı mıydım? Evet, evet gitmek en mantıklısıydı. "Taehyung, ben gideyim artık. Tekrardan telefon için teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın." bakışları tekrar beni bulsa da sanki ne diyeceğini bilememişti.

Birkaç saniye sonra "Ah, aptal kafam. Kusura bakma. Gelen arkadaşım. Sadece biraz bekle. Seni onunla tanıştırayım. Daha sonra beraber okula geçelim, olur mu? Hem konuşmuş oluruz. Lütfen kırma beni..." peki demiştim sadece. Sanki olacakları daha önceden hissetmiş gibi kadere teslim olmuştum.

Taehyung'un arkadaşı motordan indikten sonra bize doğru geliyordu. Kaskı hala kafasındaydı. Ama kaskı onun yapılı, kaslı vücudunu saklayamamıştı. Cidden... Kaskı çıkarmadan bile zaten vücudu "Ben yakışıklıyım" diye bağırıyordu.

Yanımıza ulaşıltığında kaskı çıkarmıştı ve ben olduğum yere çivilenmiştim sanki. Bu oydu.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(sizce yan çift kim olmalı? Lütfen yorum atın

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(sizce yan çift kim olmalı? Lütfen yorum atın.)

black °jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin