"Gökyüzünü kaybetmiş bir kuş gibi,
üzgün, yorgun ve de kırgınım hayata.İğne atsalar yere düşmez tenhaların var kalbimde.
Aynadaki, hatta sudaki aksin bile kayıp.
Biz seninle, bir salkımın, iki aşık üzümüyken,
Başka şişelerde şarap olmuşuz,başka hayatlarda harap olmuşuz..
Biz seninle,bir denizin, iki aşık balığıyken,
Başka sularda yüzüp durmuşuz, başka kıyılara vurmuşuz...."
Zihnim sanki duman altındaydı, bir bulutun içinde kalmışım gibi etrafım beyaz dumanlarla doluydu. Aslında daha çok, fazla sigara içilmiş kapalı bir alanda gibiydim. Loş ışık, derin bir sessizlik ve havaya dolan sigara dumanı. Kulaklarım uğulduyordu. Üşüyordum. Hayır, yanıyordum. Bu garip bir duyguydu. Aşk ve nefreti birbirine karıştırmak kadar garipti hem de.
Ne kadar oldu bilmiyordum. Jeon kolumu sıkıca tutmuş, gitmeme engel oluyordu. Sadece susup birbirimize bakıyorduk. Sanki gözleriyle bir şeyler anlatmak istiyormuş gibiydi. İşte tam bu duygudan bahsediyordum. Garip bir duyguydu.
"Ne yapıyorsun?" demiştim ağlamaktan kısık çıkan sesimle. İnsanların bana acımasını hiçbir zaman istemiyordum. Kim isterdi ki? Küçüklüğümden beri hep ailem olmadığı için, insanların acıyan bakışlarına maruz kalmıştım. Kendimi yalnızlaştırmama neden olmuştu hep.
Ama onun gözleri acımaktan uzaktı. Bana acımıyordu. Benim için üzülmüyordu. Neden beni umursuyordu peki?
"Ben sadece... Senin için endişelendim. Öyle söylemek istemedim... Sadece merak ettim."demişti. Sanki söyleyeceklerini kafasında kurup, yanlış bir şey söylemek için uğraşıyordu.
"Kolumu bırakır mısın? Canım acıyor." demiştim yine kısık çıkan sesimle. O ise hızla elini çekmiş "Üzgünüm." demişti boğuk sesiyle. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Park Jimin'de buydu işte. Şimdiden pişman olmuştum yaptıklarımdan.
Başımı kaldırıp gözlerine odaklanmıştım. "Sorun değil. Sadece ben bu aralar çok duygusaldım. Kusura bakma." diyerek gülümsemeye çalışmıştım sadece. Yüzümde yine aynı ifade vardı. Belirsizlik.
Bir süre beklemiş, sonra bana doğru bir adım atmıştı. Aramızda neredeyse bir adımlık mesafe kalmıştı. Ben ise ne yaptığını anlamayan bir ifadeyle ona bakıyordum. Tanrım, ne yapıyordu?
"Peki o zaman bir şeyleri telafi etmeme izin verir misin?" demişti. Telafi etmek derken neyi kastediyordu? Ağlamaktan kızaran gözlerim, onun parlak irislerine odaklanmış, ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Jeon ise anlamadığımı fark ettiğinde " Oh peki. Bu sessizliğini evet olarak kabul ediyorum... Beni sadece 2 dakika burda bekle... Lütfen bir yere kıpırdama. Motoru alıp geliyorum." demişti. Daha sonra hızla arkasını dönmüş, park alanına adımlamıştı.
Söylediği kelimeler kafamda dönüp duruyordu. Telafi etmek? Motor? Daha da önemlisi motoru alıp gelmek? İçimden bir ses onu beklememi diğeri ise burdan bir an önce gitmem gerektiğini söylüyordu. Sanırım beklemeyecektim.
Hızla adımlarla arkamı dönmüş, koşar adımlarla kampüsün çıkışına ilerliyordum. Kafam allak bullaktı. Jeon kafamı fena halde karıştırmıştı. Her zaman mantığıyla hareket eden Park Jimin bir an için sadece kalbini dinlemek istemişti. Eğer onu beklersem, onunla bir şeyler yaparsam onu bir daha bırakmak istemeyecektim çünkü. Bir an için telafi etmesine izin vermek istemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black °jikook
Romance"Tek sorun onu koruyacak kimsesi olmamasıydı. Güvenecek kimsesi olmamasıydı. O yalnızdı. O Park Jimindi."