Gök kubbe gecenin çöküşüyle siyaha bürünmüşken ihtişamla parlayan ayın ışığı demir parmaklıklı pencerelerden karanlık koğuşa süzülüyordu. Gardiyanlar hapishanenin her yanını kontrol etmiş, mahkûmlar rahatsız yataklarında uykuya dalmıştı çoktan. Kimisi ürkütücü kâbuslarla cebelleşiyor, kimisi özlediği ailesinin başrolde olduğu huzurlu rüyalar görüyordu ancak hepsi uykunun kollarındaydı.
İki kişi haricinde, hepsi.
Sükûnetin hakim olduğu soğuk koğuşta hıçkırıklarını güç bela tutmaya çalışırken elinin tersiyle yüzünü ıslatan tuzlu yaşları sildi Sicheng. Dakikalardır sessiz olmaya gayret ederek içli içli ağlıyor, bunu yaparken de başını Yuta'nın sıcak göğsünden bir an olsun ayırmıyordu. Boğazına dizilen haykırışları yutmak öylesine zordu ki sakin kalmak adına tırnaklarını solgun tenine geçirip kanlı izler bahşetmek zorunda kalmıştı. Derin bir nefes çekti içine, alışkın olduğu güzel koku ciğerlerine dolduğu vakit ellerinin titreyişi az da olsa hafifledi.
"Ağlama artık," diye konuştu Yuta kollarını göğsünde ağlayan bedene daha sıkı sararken. "Dayanamıyorum."
Sessiz bir hıçkırık daha kaçtı genç oğlanın dudaklarının arasından. Bu beton duvarlar ardında yaşamaya mecbur bırakıldığından bu yana ilk kez bu denli yenilmiş ve çaresiz hissediyordu. Özgürlüğü elinden alındığında dahi böylesine paramparça olmamıştı saf yüreği. Kaybetmeyi şiddetle reddettiği umudu yitip gitmiş, dört bir yanını saran acı gerçeklerle yapayalnız kalmıştı.
Başını yavaşça kaldırıp karanlıkta yaşlarla parlayan gözlerini Yuta'ya dikti. "Karar mahkemesi dediler, duymadın mı? Sen," Boğazındaki yumru cümlesini tamamlamasına izin vermeyince zorlukla yutkunup devam etti. "Sen vatan hainliğiyle yargılanıyorsun, ya korktuğumuz şey olursa?"
Dili varmıyordu bir türlü söylemeye ; lâkin tüm benlikleriyle korktukları şey idam cezasıydı. Hayır hayır, kalın iplerde sallandırılıp nefessiz kalarak can vermek değildi korktukları. Asıl korkuları ayrı düşmekti onların. Ölümün ikisinden birini çekip alması ve geride kalanın acıyla kıvranması ihtimaliydi iki genci de darmadağın eden. Yine de korkularını zihninin ücra köşelerine savurup Sicheng'un saçlarını nazikçe okşadı Yuta. Yüreğinden dolup taşan bütün o güzel duyguları parmak uçlarından siyah tutamlara akıttı.
"Beş yıldır erteleyip duruyorlar zaten, en nihayetinde olacaktı bu mahkeme. Gerçeklerden kaçamayız ki Sicheng."
Gözyaşları yanaklarından süzülmeye devam ederken belli belirsiz titreyen elini kaldırıp yanağına yasladı sevdiğinin. Yuta yüzünü avucuna iyice yerleştirip dudaklarını soğuk tenine bastırınca bileğine kondurulan buseyle gülümsedi. Derin korkuların ağına düştüğü bu bilinmezlikte dahi gülümsetebiliyordu O'nu, her zerresine kadar sevgisini hissettirerek yapıyordu bunu üstelik. Fakat gelin görün ki, bu tebessümde sayısız endişe ve dizginlenemeyen bir korku gizliydi. Dudakları kıvrılmıştı kıvrılmasına ; lâkin içinden Tanrı'ya çaresiz yakarışlar sunuyordu. Lütfen, diyordu. Yalvarırım O'nu benden alma.
"Sevgilim," dedi titreyen sesiyle, parmaklarıyla avucunun altındaki güzel yüzü usulca severken. "Kaçamadığımız gerçekler neden hep bu denli acıtıyor?"
Yüzündeki soğuk eli sıcak avuçları arasına aldı yavaşça. Bir müddet sessiz kalıp tuttuğu tırnak izleriyle dolu eli okşadı, minik yaralara hafif buseler bahşetti. En nihayetinde, kendisini izleyen koyu irislere baktı, içi gidercesine. Siyah saçlarına vuran ay ışığıyla yıldızları kıskandıracak bir güzelliğe bürünmüştü ve bakışları bir parça umuda duyduğu muhtaçlıkla parıldıyordu. Ne yapsa da canını daha fazla acıtmadan dillendirse olacakları, bilemedi. Yine de denedi, var olan tüm gücüyle ucu sivri gerçekleri köreltmeye çabaladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölü kırlangıçlar, yuwin
FanfictionYaralı umutlarımızın, kanlı ellerin fütursuzca kıydığı sevgimizin darağacında asılı kalışının hikâyesi bu. Narin kanatlarına düşlerimizi bağladığımız kırlangıçların ölüm kokan çırpınışları ile göğe yükselişinin hikâyesi.