Eski zamanların birinde, dünya çoktan kan kusturan bir kötülüğün boyunduruğu altına girmişken, kendi doğrusu için savaşıp bu uğurda can veren birinin hikâyesi yayılmış dilden dile.
Rivâyetlere göre ; çok, çok cesur biriymiş bu. Her daim arkasında durduğu sözleri, çakmak çakmak ışıldayan gözleri, ve içinde hiç sönmeyen coşkulu bir cesaret ateşi varmış. Bu ateş öylesine özünden gelen bir inançla harlanıyormuş ki kimseler bir gün söneceğini düşünmezmiş.
Nice badireler atlatmış, elleri kana bulanmış, yüzünün her bir çizgisine hüznün izleri karışmış, çok yaş dökmüş lâkin hiç belli etmemiş, çok itilmiş lâkin hiç düşmemiş, gücü çekilmiş lâkin hiç pes etmemiş, çok ağırlık sırtlanmış lâkin başını hiç öne eğmemiş. Yıkılmak nedir bilmeyen etten bir duvar, sarsılmaz temelleri olan korunaklı bir ev gibiymiş. Gel zaman git zaman, o böyle inandığı şeylerin yolunda canını dişine takarak savaşadursun, öyle bir gün gelmiş ki hiç ama hiç geri dönüşü olmayan şeyler yaşamış. Geride bıraktığı her kaostan daha sarsıcı, sağ çıktığı her yangından daha yakıcı, yakasını kurtarıp yüreklilikle atlattığı her engelden daha yıkıcıymış başına gelenler.
Denilen o ki özgürlük adına vermiş bu savaşı ; fakat bu kez yeniden ayağa kalkamayacak kadar çok yara almış, kolu kanadı kırılmış, göğündeki bütün yıldızlar başından aşağı dökülmüş, güneşi kendisini yakmış, kendi yollarının dikenleri batmış çıplak ayaklarına, kanamış da kanamış, yardım edeni de olmamış. En nihayetinde anlamış son mücadelesini verdiğini ve hikâyesinin sonunun artık yazılması gerektiğini.
Bir de devamı var elbet efsanenin. Yine halkın söylediğine göre, son nefesini verirken dahi pek mesutmuş bu kişi ; çünkü ona göre en büyük sınav insanın kendi vicdanına verdiği sınavmış, ve o kendince bu sınavı alnının akıyla geçmiş. Yüreğe binen en ağır yük vicdan azabıdır, demiş bir de. Ben o yükü sırtlanmadığım için böylesine mutlu ve rahat veda ediyorum bu dünyaya!
Başka sözler de dökülmüş dilinden. Demiş ki özgürlük ölümle kardeş bir armağandır kimi zaman, ve cesaret yangını yuva bellediği ruhu yakmaz. Ben kanımı bıraktığım yollarda can vermekten korkmuyorum, kendi ruhuna kendi elleriyle taktığı kelepçelerden kurtulamayanlara üzülün asıl siz! Acınacak durumda olan onlardan başkası değildir.
Elveda, demiş sonra kaç seveni varsa her birine, tam da bu dünyadan göçüp gittiği vakit. Ah, özgürlük ne güzel şey!
Yüzündeki kocaman tebessümle söylemiş bunu, son nefesine sığdırdığı bir şiir gibiymiş.
Aradan kaç zaman geçtiği bilinmez fakat kaynağı belirsiz bu efsane ölümsüz olup çıkmış. Eskimeden, belki yer yer değişerek, özünü koruyarak ve belki de yeni bir özle şekillenerek, bir şekilde bugünlere gelmiş. Bu yüzdendir hâlâ zihinlerde dolanıp durması, bazen en ümitsiz anlarda cesurca dik durmak gerektiğini hatırlatan bir ışık huzmesi olması, daralmış yüreklere ansızın düşüp ferahlık vermesi, aslında birçok insan için vakitli vakitsiz tutunacak dala dönüşmesi...
Gerçekliği muğlak bir efsaneye tutunmak, doğruluğundan emin olunmayan sözlere ilaç niyetine sarılmak ne kadar doğru ya da mantıklı tartışılır lâkin Dong Sicheng'un elinden gelen başka hiçbir şey yoktu. Dibine dek battığı keder denizinden başını çıkarıp da soluklanamazsa delirecek, düştüğü uçurumun kenarındaki kuru dallardan birine tutunmayı bırakırsa bin parçaya ayrılarak hiç var olmamış gibi silinip gidecekti sanki.
Bu yüzdendir ki çaresizce yıllar önce cephede nöbet tuttuğu o geceyi hatırlamış, hemen ardından da o gece duydukları düşmüştü hatırına. Çünkü buna ihtiyacı vardı ; hatırlamaya, karanlığını dağıtacak küçük meşalenin ateşine sığınıp direnmeye, biraz daha nefes almaya, biraz daha yaşamaya, biraz daha...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölü kırlangıçlar, yuwin
FanficYaralı umutlarımızın, kanlı ellerin fütursuzca kıydığı sevgimizin darağacında asılı kalışının hikâyesi bu. Narin kanatlarına düşlerimizi bağladığımız kırlangıçların ölüm kokan çırpınışları ile göğe yükselişinin hikâyesi.