Bir düşün içinde bir düş mü bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?*
Yitik ruhunun yoksun çırpınışları arasında, belki son demlerindeki aklının bir köşesine sinerek defalarca tekrarlayıp duruyordu aynı soruyu.
Bir düşün içinde bir düş mü bütün gördüğümüz ve göründüğümüz? Eğer öyleyse, ne zaman açacağız gözlerimizi? Kaç vakti gerimizde bırakacağız uyanmadan önce? Bütün bunlar ; yaşadıklarımız, yaşananlar, hatta bizler, hepsi yakıcı bir düşler silsilesi olabilir mi? Lâkin öyle değilse, her şey ama her şey kanlı canlı gerçeklerin acımasız çocuklarıysa, bizim için hiç umut olmadığı anlamına mı gelir bu?
Ah, güneşi selamlamalıydı bizim gülüşlerimiz... Her yeni soluğa baharın güzelliğini sığdırmalıydık, yaz sıcağı gelip çatınca söğüt ağaçlarının gölgesinde uyumalıydık, sonbaharın kuru yapraklarının çıtırdayışlarına karışmalıydı huzurlu cümlelerimiz, bir kış günü kar taneleri saçlarımıza usul usul konarken tasasızca gülüşüp kar topu oynamalıydık biz...
Hemen yanına ilişmiş bedenin sahibine çevirdi kahve gözlerini. Her bir detayını mıh gibi zihnine kazımış olmasına rağmen, yalnızca o temiz ve güzel çehresine bakınca bile kalbi ansızın büyüdü, büyüdü, büyüdü, göğüs kafesine sığmaz oldu. Hisleri içinden taştı yine, çağlayanlar gibi aktı yüreğinden. Böylesine tarifsiz bir sevgiyi tadabileceğine olan inancı yıllar önce koca bir hiçten ibaretken, şimdi soğuk bir hapishanede olsalar bile o çok uzak görünen büyülü duyguları yaşayabiliyor olmak hayret ettiriyordu her seferinde. Gözlerine dair sayısız cümle kurabilirdi mesela, elmacık kemiklerini sonsuza dek okşayabilirdi, saçlarının kokusuyla bir ömür geçirmek uğruna her şeyi yapardı ve elinden gelseydi son nefesi dudaklarının arasından süzülünceye dek onun köprücük kemiklerinin yamacındaki o küçük çukurda yaşardı.
Sicheng, ne vakit içinden gelse gülebilmeliydin sen. Tatlı kokan bal tadında meyveler yiyebilmeliydin ki yorgunluk sana hiç uğramasın, o zaman günaşırı midendekileri çıkarmak zorunda kalmazdın hem. Sen uyurken omzumda ağırlayabilmeliydim başını, uçsuz ve bucaksızca sarılabilmeliydik, döktüğün yaşların kaynağı olsa olsa mutluluk olmalıydı ; fakat ben o zaman bile yalancı bir kızgınlıkla ağlamamanı söyleyip öperdim kirpiklerini. Sen çok mutlu olmalıydın Sicheng, öyle ki acı nedir bilmemeliydin, korkunç bir hayatın izleri hiç sinmemeliydi üzerine. Çayırlarda koşmalı, çiçekleri teker teker koklamalı, gökyüzünü seyretmeli, her daim güzel sözler işitmeliydin. Ve sen bunları yaparken sana dair dizeler sıralamalıydım ben, sonra gece vakti saçların sineme yayılınca kulağına fısıldamalıydım hepsini.
Biz çok yanlış bir zamanda doğduk, dünyanın acımadan seçtiği kurbanlardan olduk.
Ama bilmiyorlar sevgilim ; bu dünya kimin umurunda! Kendi dünyamız var bizim. Sadece ve sadece bize ait, sen ve ben. Biz o dünyada kilit vurduğumuz kapıların arkasına hiçbir kötülüğü almıyor, acı nedir bilmiyoruz. Öperek uyandırıyorum seni dünyamızda, elinden tutup sıcak ekmekli kahvaltı sofrasına oturtuyorum, öğleden sonra birlikte kitap okuyoruz, saçlarını okşarken kulağına şarkılar mırıldanıyorum, uzun otların arasında dolaşıyoruz, yavru köpeklerimizi besliyoruz, akşamüstü güneşin kızıl ışıkları tenine düşünce ansızın sarılıyorum sana, birlikte yemek yapıp sonra o yemeği yine birlikte yiyoruz, sen gülümseyerek resim çizerken ben gülüşünün güzelliğine satırlar yazıyorum, yıldızları seyrediyoruz ve ne zaman bir yıldız kaysa daha sıkı sarılıyorsun bana, daha sıkı sarılıyorum sana, tasasızca gülüp uzun sohbetler ediyoruz, sonra ağırlaşıyor göz kapakların ve sen göğsümde uyuyakalmışken yine öpüyorum seni, ertesi sabah yeniden öpeceğim gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölü kırlangıçlar, yuwin
Hayran KurguYaralı umutlarımızın, kanlı ellerin fütursuzca kıydığı sevgimizin darağacında asılı kalışının hikâyesi bu. Narin kanatlarına düşlerimizi bağladığımız kırlangıçların ölüm kokan çırpınışları ile göğe yükselişinin hikâyesi.