Midoriya İzuku'nun çoğu zaman Bakugou Katsuki ile vakit geçirdiği fakat on beş gündür Uraraka Ochaco ve İida Tenya'nın sesleri ile dolup taşan dairesi, herkes uyuduğunda bile İzuku'nun zihninden bir türlü atamadığı düşünceler sebebiyle uyanık olduğu uyku saatlerini saymazsak, ona aylar boyunca varlığını sürdürmüş gibi hissettiren bir sürenin ardından ilk kez bu kadar sakindi. Öyle ki İzuku battaniyesinin altındayken penceresinin tam karşısındaki ağacın ince yapraklarının yağmur damlaları ve rüzgarla savrulmasından dolayı çıkardıkları gürültüyü camını taşlayan su taneciklerinin arasından duyabiliyor, bazen uyuşan bedenini hareket ettirdiği sırada yarattığı hışırtılar da buna eşlik ediyordu. Ochaco bir işi olduğunu söyleyip daireden ayrılalı, İida'nın da onu takip ederek benzer kelimelerle kendisini bu kasvetli dört duvar arasından uzaklaştıralı sadece iki saat geçmişti; günler sonra dairesinde yalnız kalan yeşil saçlı oğlan ise duvarların üstüne üstüne geldiğini düşünüyor, odasındaki tek camın karşısında duran ağacın nemli dallarını yuvaları haline getiren birtakım ruhların ona artık pes etmesini fısıldadığını duyar gibi oluyordu ki bunu nasıl anlamlandıracağını bilmediğini de eklemek gerekir çünkü Midoriya İzuku, şu yaşına kadar pes etmek yerine karşılaştığı zorlukların üstüne üstüne giderek dizleri üzerine düşmeyi belki de onlarca kez deneyimleyen biri olarak, onu bir çıkmaza sürükleyen her şeyi "Bitirelim." kelimesinin harflerine saklayıp Bakugou Katsuki'yle olan ilişkisini noktaladığında çoktan pes ettiğini sanıyordu. Belki de buna rağmen içinde bulunduğu hastalıklı ruh hali, küçüklüğünden beri güçsüz düşmek için açığını kollayan bedenine yalnızca birkaç çatal darbesiyle geçiştirdiği yemek saatleri sebebiyle bizzat kendi elleriyle yarattığı fırsat, günün her saati çalışmasını sürdüren bir duvar saati misali susmak bilmeyen zihni ve konuşma isteği sıfırlandığından dolayı birkaç kelimeyi dile getirmeyi bile külfet sayan mühürlü dudakları penceresinin önündeki ruhlara hâlâ pes etmediğini hissettirmişti. Oysaki İzuku daha önce böyle bir yenilgiyle karşılaştığını hatırlamıyor, bununla yarışacak bir şey yaşanmış olsa dahi onun da tek sebebinin yıllarını geçirdiği sarı saçlı oğlandan başkası olmadığını tahmin etmekte zorlanmıyor fakat on beş gün önce kendi iradesiyle dile getirdiği kelimelerin ağırlığı altında ezilen bedenine de söz geçiremiyordu. Üstüne üstüne gelip onu nefes dahi almakta güçlük yaşayacağı küçücük bir kutuya hapseden duvarlar zihninden başka bir yere de ait değildi.
Bir anahtarın çevrilme sesini duymasıyla uyuyor numarası yapmayı konuşmaya tercih ederek sırtını kapıya döndüren İzuku, kapısının çalınması ile içeri giren kişinin odaya verdiği ince nefesi nerede olsa tanırdı.
İzuku ayak sesleri odasının kapısı kapandıktan hemen sonra durduğunda saniyeler içerisinde gözlerine hücum edip kendi yaşından utandıracak kadar çok gözyaşıyla karşılarken gelen kişiyi, aniden üzerine binen tonlarca ağırlığı bir yutkunmayla geçirmeye çalıştı ve dudaklarından "Ben..." sözcüğü çıktığı an sesindeki hırıltı sebebiyle boğazını temizlemek zorunda kaldı. "Üstümü değiştirip geleceğim, bu yüzden-"
"İzuku."
Midoriya İnko'nun bir çiçeğin yapraklarından da yumuşak olan ses tonu oğlunun kulaklarını doldurduğunda İzuku en yakın iki arkadaşının iki haftadır bu daireyle birlikte İzuku'yu da tek bir an yalnız bırakmamalarına rağmen neden aynı anda evden ayrıldıklarını anladı, duyduğu minnettarlık duygusu ise ağzına kadar sıvıyla dolu bir bardağı andıran gözlerindeki tuzlu su taneciklerini taşıran son damla olmaya hak kazanmıştı. Odasında yankılanan adım sesleriyle bedeni biraz daha içine kapanma ihtiyacı duymuş olmalı ki İzuku, bacaklarını kendisine çekti; böylelikle vücudu geniş yatakta olması gerekenden de küçük bir alan kaplar hale gelmişti. İki kolu da ifadesini saklamak için yüzüne kapanırken yeşil saçlı oğlan dışarıdan bakıldığında o anki durumu bir tür uyuma pozisyonuna çok benzediği için damarlarında dolaşır hale gelen duygularını örtecek en iyi maskenin bu olduğunu düşünüyor, yine de üzerine kaç tane battaniye atarsa atsın annesinin bunlara aldanmayacağını da çok iyi biliyordu. Midoriya İnko'nun sessiz adımları oğlunun yatağına çıkmasıyla son buldu, sırtı yatak başlığına yaslandı ve dudakları arasından fazla gürültülü olmayan bir nefes ayrıldı; parmakları saatlerdir yatağından çıkmayan gencin kendisininkilere tıpatıp benzeyen yeşil tutamlarına değdiği an Midoriya İzuku'nun nefesi bırakmak istemediği hıçkırığıyla kısa bir süre kesilmiş, bu vakit aralığı karnıyla birlikte kalbini de sıkıştırmış ve yeşil gözlerden akan yaşların hızlanmasına sebep olmuştu. İnko'nun elleri tüy gibi dolaşırken oğlunun saçlarında, İzuku'nun yaşadığı sancıyla kıyaslanamayacak kadar farklı sebeplerle ortaya çıkan fakat onun kalbindeki dağınıklıkla yarışabilecek derecede güçlü bir ağrıyla karşılaşması şaşılacak bir durum değildi elbette minyon kadın için; ne de olsa biricik oğlu aralarındaki santimlik mesafenin ötesinde dururken gözyaşlarına boğulmuş, yaşadığı acıyı onu yıllardır büyüten annesine söylemektense alışkanlıklarından vazgeçmeyerek bununla da tek başına yüzleşmeyi tercih etmiş, yardım için dibine kadar giren insanların -ki bunların içinde o andan itibaren Midoriya İnko da vardı- seslerine kulaklarını kapatmıştı. İnko'nun gözünden birkaç damla yaşın düşmemesi neredeyse imkansızdı.
"Arkadaşların senin için çok endişelenmişler, İzuku." dedi oğlunun görmek isteyeceği bir gülümsemeyi yüzüne yapıştırmaya çalışan kadın. "Biliyorsun, içimize kapanmak bizi güçlü yapmaz."
İzuku duyduklarının kilit vurduğu dudakları ardına gizlenen tüm o karşı karşıya gelinmesi güç kelimeleri dile getirmemek için sessizleşmeyi daha da mantıklı bulan savunma sisteminin çöküşü olduğunu hissetti. Hıçkırıkları gürültülü bir hale gelmeden önce bedeni, hâlâ sakinliğini koruması için uğraşan beynine karşı çıkarak yanına yerleşen Midoriya İnko'ya dönmüş ve parmakları yaşlı kadının açık renkli elbisesinin yumuşak kumaşını kavrayarak gitmemesini istiyormuşçasına olduğu yere kenetlemişti annesini. Gürültülü bir şekilde kulaklarına çalınmaması için günlerdir baskıladığı acı dolu sesi ilk kez o saniyelerde bir çığlığa dönüşürken İzuku'nun elbisenin kumaşına dökülen yeşil saçları arasında durmaya devam eden parmaklar daha bir şefkat dolu hale gelmişti.
"Çok kötü hissediyorum." dedi İzuku, sesine arkadaşlarıyla oyun oynarken yere düşen bir çocuğun karşısındakine tamamen somut bir şekilde hissettirebileceği acı hakimken hemen yanı başındaki annesinin gözyaşlarını tetiklemediğini söylemek büyük bir yalan olurdu ve Midoriya İnko güçlü olmak için önce parçalanmayı göze almak, bunu yaparken de bu işin hıçkıra hıçkıra ağlamakla sonuçlanacağını ve yalnızca bizim üzerimize yağdığını hissettiğimiz yağmurların yerini ancak içimizde üzüntü duyacağımız hiçbir nokta kalmayana dek gözyaşı döktükten sonra pasparlak bir güneşe bırakacağını söylediği için hayatında ilk kez pişman hissediyordu ki hayatını adadığı tek çocuğunun dizlerinin üzerinde gözyaşı döktüğü dikkate alınırsa ağlamanın güçlü olma yolundaki ilk adım olduğunu söyleyen bir annenin o dakikalarda pişmanlık hissetmemesi düşünülemezdi.
"Anne, ben bunu kaldıramıyorum."
Midoriya İzuku'nun o gün boyunca dile getirdiği son şey buydu. Annesinin yanaklarında birkaç farklı patika çizen gözyaşlarına rağmen oğlunun saçlarını tüm sevgisini ona aşılamak istermişçesine okşadığı dakikalar boyunca dağınık odadaki tek ses yeşil saçlı çocuğun hıçkırıkları oldu. Sonradan ortamı ele geçiren sessizliğin üzerinden kısa bir süre geçtiğinde İzuku'nun nefesleri tamamen yavaşlamış, annesinin bacakları üzerinde küçük bir çocuktan farksız şekilde uyuyakalmıştı. İnko onu nazikçe yatağına yatırdı, üzerini battaniyesiyle örttü ve akşam için oğlunun en sevdiği yemeği pişirdi. Midoriya İzuku'nun döktüğü gözyaşları ve sesini duyan herkesin rahatlıkla anlayabileceği o kalp parçalayıcı ton sebebiyle oluşan sahne bir an olsun gözleri önünden gitmese bile biliyordu, bir anne olarak hayatının çoğu kişinin tahmin edemeyeceği kadar büyük bir kısmını kaplayan çocuğuna en fazla desteği ancak bu şekilde verebilirdi. İzuku başına gelen kötü olaylara karşı her zaman kapalı bir kutudan farksızdı fakat İnko bu gerçeğin Bakugou Katsuki ile bir ilişki başlattığı andan itibaren biraz değiştiğini fark etmiş, aralarındaki bağı zayıflaştıran şeyin sıradan tartışmalardan kaynaklanmadığını tahmin etmekte zorlanmamıştı ve şimdi ise yapabileceği tek şeyin oğluna tüm kalbiyle güvenmek olduğunu biliyor, bunun sıradan bir zorluk olmadığını bizzat yaşadığı için çok iyi bilmesine rağmen oğlunun ne kadar gözyaşı dökerse döksün bir şekilde üstesinden geleceğini umuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ayrılıktan sonraki günler 》katsudeku
Fanfictioninsanlar yağmur olsaydı izuku serpinti olurdu, katsuki ise kasırga. [ bakugou katsuki × midoriya izuku ]