Belki de insan sevmeyi bilmediğinden değil,
Sevgisine layık biri olmadığından yalnızdır.
Can Yücel
Akşamın alaca karanlığı nemli Tuzla göğünü gecenin siyahına çevirirken masadaki adamların iş konuşmaları, boş yer olmayan mekanın yaydığı sıcaklıkla iyice içimi baymıştı. Aksi gibi kayınvalidem dışında masada mecburen de olsa konuşabileceğim ikinci bir dişi yoktu. Her ne kadar kendi kendime kaliteli sohbet ettiğimi düşünsem de şu anda kendimle baş başa değildim. Kimseyi muhatap almadan çenem düşerse garip karşılanırdı. Bunun yerine yoğun bir gayretle kayınpederimin, Antep'teki fabrikadan, bazı halıların boyalarının birbirine girmiş halde sevk edildiğini içeren sıkıcı konuşmayı takip etmeye çalıştım.
"...adam demesin mi, siz böyle renk istediniz diye. Oracıkta elime geçen kalemi gözüne sokacaktım. En az beş, el dokuması halımızı renkli lolipop şekerine döndürmüşler. Görseydi, rahmetli dedenin yüreğine inerdi."
Bahsi geçen rahmetliyi ben hiç görmedim. Ama anlatıldığına ve mevcut durumdaki halı fabrikalarının getirisine bakılacak olursa zamanında iyi iş çıkarmış. Hasır yaparak türlü pazarlarda satışa başladığı işini, ihraç edilen halılara taşımış. Oğlunu işin başına geçirdiğinde kayınpederim henüz yirmi üç yaşındaymış. Umut'un babası Mustafa Hasırcı, tam bir işkolik ve işleri tamamen ona bırakmadan en az bir yüz yıl daha patron olmaktan gocunmaz bana kalırsa. Umut otuz yaşında bu arada. Kusurlu gelen halılar yüzünden bizzat ustabaşını azarlamak için Antep'e, fabrikaya uçmuş; uçaktan iner inmez ayağının tozuyla da ta ebesinin nikâhındaki bu yemeğe gelmeye üşenmemişti. Sanki yoklama yapılıyor. Cemiyet hayatının yazılı olmayan kurallarını esnetmeye kimsenin gücü yetmiyor sanırım.
"Düzeltmek için fazladan para talep ettiler mi?"
"Hadlerine mi oğlum? Bu hatayı telafi etmelerine müsaade ettiğim için onlar üstüne para vermeli. Alacalı halılar İngiltere'ye gitmeden önce fark ettik iyi ki. Fazladan zaman istediler sadece."
Konuşma, masadaki diğer dört adamın dahil olduğu, nasıl mümkün olabildiğini anlayamadığım, daha da sıkıcı mali bilanço, gelecek altı ayın reklam bütçesi gibi konulara kaydığında elimde çatalla zavallı bir yengecin kolunu dürtüyordum. 'Doymayacaksınız ama bok gibi para saçacaksınız, hehehe!' porsiyonunda turuncu renkli deniz canlısı, cansız şekilde tabağımda uzanmışken onun yerinde olmayı yeğlediğimi fark ettim. Ya da ben zaten kanlı canlı onun yerindeydim. Bana harcanan tomarla parayla talep etmediğim yaldızlı kenarlı bir lüks, şatafat, gösteriş yatağında; dinlendirilmiş, sinirleri alınmış, etleri gevşemiş biçimde uzanıyordum. Bir böceğe dönüşmemiştim belki ama kendimi bu şanssız deniz kabuklusu gibi hissediyordum. Yengecin olası duygu durumu beni o kadar etkilemişti ki, Umut'un eli kendiminkine değdiğinde beklemediğim bu dokunuşla hafifçe irkildim. Hemen akabinde bunu saklamakta ustalaştığımdan, kendime o yılın en iyi kadın oyuncusu ödülünü layık gördüm.
"Annem seninle konuşuyor dünyam."
"Ah, öyle mi? Buyrun Nesrin Anne."
"Yemeğini sevmedin sanırım tatlım. Alışkın değilsindir sen, alerji falan yapmasın diyordum."
Ah canım ya, nasıl da düşünür biricik gelinini. Bir de gevrek gevrek gülüyor. Mendebur. Kusura bakma artık, her gün ahtapot didikleyen, trüf yatağında dana kalpacio'dan bir çatal alıp 'doydum' diyen birini seçmedi Umut eş olarak. Keşke seçseydi. Pişmanlıklarımı dile getirmeye kalksam bizim köye yol olacağından şimdilik sizi sıkmayacağım. Ama kadının yaptığı şey tamamen hadsizlik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elimi Versem Tutar mısın?
General FictionBir kadının hayalleri evlendikten sonra bitmek zorunda mı? Her evlilik, kadınla birlikte erkeğe de aynı sorumluluğu yüklemiyorsa, müşterek hayat denilen dünya evine kadın tek başına girmiş olmuyor mu? Severek evlendiğin adam ev dışında tam bir salon...