- Neden hiç mutlu değilsin Zeze?
- Neden mutlu olmalıyım?
- Çünkü dünyaya bir kere geliyoruz.
- İyi ki bir kere geliyoruz Portuga.
- Neden?
- İkinci bir hayatı kaldıramazdım.Şeker Portakalı
Günü evde tamamlamayı hayal ettiğim bir başka akşam...
Evde ve yalnız olmayı umduğum...
Tüm sabahımı bilmem neyin hayrına düzenlenen yardım sergisi için kuaförde ve insana, belki de yalnızca bana bilemiyorum, tepeden bakan o uyuz tasarımcıda, tüm öğleden sonramı da güya üç kuruş yardım toplanacak diye eşek yüküyle para harcayan bir gösteriş budalasının daha organize ettiği, işte o aptal sanat sergisinde harcamıştım.
Dönüş yolunda trafikte en az iki saat, elimde ne tuttuğuma anlam vermeye kafa patlattığım, yine de nihai bir karara varamadığım bir obje satın almıştım. Ve bunun için sandalye tepesinde geçirdiğim beş saatin sonunda, taşıdığım numarayı on üç defa kaldırmam gerekmişti. Bir başkası da bu aptal şeyi en az benim kadar istemişti. Amaç tabii son derece ulvi. Bilmem neyin hayrına... Hala neye yarar sağladığımı bilmiyorum. Ve bu güya sanat eseri olma teşebbüsünde bulunmuş, kendim çamurdan yapsam daha kallavi olacağına emin olduğum nesneyle salona adım atar atmaz bir yemeğe gideceğimizi öğrenmek tüm akşamımı da hiç hazzetmediğim başka bir ortamda geçireceğim anlamına geliyordu. Halbuki ben evde olmayı arzu etmiştim. Demiş miydim?
Ev dediysem, köşeli bir parantez açmak isterim. Bir buçuk dönüme yayılmış; kapalı ve açık yüzme havuzu, tenis kortu, beş araçlık garajı, ufak bir botanik bahçesi, on beş kişilik sinema salonu, yedi yatak odası ve sizi sıkmak istemediğimden şimdilik es geçeceğim pek çok başka dört duvarı bulunan ve adına ev denilen bu yapıda olmak da epey rahatsız edici oysa. Detaylardan yeri geldiğinde bahsederim. Merak ederseniz siz de sorabilirsiniz. Büyüklüğünden dem vurmak bir yana yuvam olur diye yaklaşık iki yıl önce girmeye can attığınız eşik, çıkmaya yeltendiğinizde ayağınıza takılıveriyor. Şimdilik bu kadarını bilmeniz kafi. Kaldı ki ben artık yuvadan geçtim evim bile diyemiyorum, demek içimden gelmiyor.
Konuyu dağıttım yine ama hakkımda fikir edinmeniz, belki de 'Allah'tan belanı mı istiyorsun', 'nankörlük etme' veyahut 'böyle zenginlikten şikayet edilir mi?' diyecek pek çok kişiye ağzının payını verebilmenin zeminini hazırlamak için ara ara ufak (benim durumumda biri için epey geniş, büyük, devasa) ayrıntılar vermem gerekiyor. Sabırlı olun.
İşte her ne kadar, ayaklarımı kıçımın altına toplayıp keyif sürmek yerine bir metre kare bile olmayan, üç bin küsur liraya alınmış kadife pufa uzatmak zorunda kalacak olsam da, üstüme taktığım swarovski taşlara uyumumu yadırgayan insanlar arasında kenafir bakışlara maruz kalmaktansa bu rahatsız duruma bile razıyım. Bu arada taşlar pırlanta da olabilir ama bunu ayırt etmekle uğraşamayacak kadar bıktım onlardan. Gerçi uğraşsam da edebilir miyim, meçhul. Bir de bunların renkli olanları var. Yatak odasında bir şifonyerin çekmeceleri zümrüt, yakut, kuvars gibi ziynetle dolu. Renklerini ezberledim en azından. Hah! Ekmeğini taştan çıkarmak deyimi, güya kabul gördüğüm cemiyette çok farklı bir anlama sahip. Biz burada taşları kutularından çıkarıyoruz. Milletin gözüne sokmak ise Ata sporumuz.
Ups, yine mi yaptım? Zenginliği kötülüyorum sanki değil mi? Nankör müyüm ne? Yerimde olmak isteyen parmak kaldırsın. Para var huzur nah var benim yaşantımda.
Saç diplerimi acıtan yirmi küsur tel tokadan kurtulmak için ölüyordum ve bunu son on saattir yapıyordum. Fakat gidilmesi zorunlu bu yemek için yeni bir kuş yuvası yaptırmaya vaktim yoktu. Ufak birkaç değişiklikle acıyan yerleri daha da acıtmayı başardım ve rujumun sadece rengiyle oynadım, makyajın kalanına dokunamadım bile. Ansızın çıkan organizasyonlara alışmalı bir sosyetik güzel, değil mi ama? Ne gezer? Bir gözüm o kadar, teni yakan kumaşıyla o aptal pufta ki, gündüz bir arada bulunduğum insanlardan aynılarına ya da estetik mucizeyle ayırt edemediğim benzerlerine denk geleceğimizi hesap etmeyi o hengamede akıl bile edemedim. Topuklu ayakkabı giymeyi günde üç saatle sınırlı olduğu sürece seviyor olduğum gerçeğiyle yüzleşeli ise çok oldu. Değişik versiyonuyla aynı acıyı çekmek bir anlığına aklımdan çıkmıştı. Aynı elbise ve ayakkabıyla aşılması güç eşiği geçiyordum ki esefle durduruldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elimi Versem Tutar mısın?
General FictionBir kadının hayalleri evlendikten sonra bitmek zorunda mı? Her evlilik, kadınla birlikte erkeğe de aynı sorumluluğu yüklemiyorsa, müşterek hayat denilen dünya evine kadın tek başına girmiş olmuyor mu? Severek evlendiğin adam ev dışında tam bir salon...