4. Bölüm

1.3K 222 139
                                    

⭐⭐⭐⭐⭐

Zamanı geri alma şansım olsaydı eğer, merhabadan ilerisi olmazdı bazı insanlara.

Sezen Aksu

Kısa süre sonra hastaneye ulaştığımızda Umut'un bilinci açıktı, tek sorun yarılan bacağıydı. Ölüme çelme takarak hayatta kalan bir insan için de sardığım o hasarlı kısım okyanusta bir damla olarak nitelendirebileceğim kadar anlamsız bir detaydı. Gözleri kapalıydı belki ama sakince inip kalkan göğsüyle nefes alıyordu. Yaşıyordu. Bunun verdiği gönül rahatlığıyla yanından ayrılmadan önce sonraki aşamayı tarif etmek için hafifçe omzunu dürttüm. Umut gözlerini açınca da onu bilgilendirdim.

"Hastaneye geldik. Şimdi nöbetçi doktor gerekli müdahaleyi yapar. Ağrın kalmaz."

"Teşekkürler Dünya güzeli." Umut'un gözleri bir anlığına açılsa da kapanması kısa sürdü.

Cevabıyla eş zamanlı olarak araç durdu ve İsmet de sedyeyi indirmeme yardım etti. İçeri taşıdığımız yaralıyı, gerekli açıklamaları yineleyerek nöbetçi doktora teslim ettik. Onlar acil müdahale için hastayla ilgilenirken biz biraz ileride, açık yeşile boyalı koridorda İsmet'le birbirimize sarıldık. Yetmedi ellerim onun omuzlarından destek alırken ben zıplamaya başladım. Hastanede olmasak bacaklarımı beline sararak üstüne de atlardım ama kimse iyi niyetimi sorgulamaz, direkt yargılardı.

"Dursana, herkes bize bakıyor."

"Bakarsa baksın. Adam yaşıyor. Zıplamam son dertleri olmalı. Çok mutluyum ya. Resmen adam ölmedi, yaşıyor."

"İkisi aynı şey." İsmet'in yalandan çattığı kaşlarının altından müşfik bakan gözleri, sert tutmaya gayret ettiği yüzüyle çelişiyordu.

Arkadaşımın, o an eş anlama gelebilecek bu çıkış cümlesinin aslında son hızla zıt yönlere giden iki arabadan farklı olmadığını zamanla öğrendim. Değildi. İkisi son üç yıldır benim için aynı şey değildi ve ben bunu o an öngörebilseydim Umut'tan olabildiğince hızla zıt yöne kaçardım.

Sadece "nefes almak" para saçılarak giydirilen bir Barbie bebeğin vitrinde, gelene geçene sergilenmesi kadar işlevsiz kaldığında asla "yaşamak" anlamına gelmiyordu. Gözlerin korkuyla etrafı tararken, fıstık atılmaması salık verilen bir hayvanat bahçesi maymunu olmak, doğal yaşamından koparılmak, bunun farkına vardığında kafesin güçlendirilmiş lehimli parmaklıklarını aşamamak kadar insana koyan başka hiçbir şey yok. Çünkü o parmaklıkların ardında olmak için gelinlik giyen, nikah memuruna ki, bizimki dönemin İstanbul Belediye Başkanı'ydı, evet diyen sensindir.

"Keyfimi kaçırmasan olmaz mı? İlk vaka, ilk kurtarış. İzin ver, iki sevineyim."

"Sevin sevin ama çıkalım artık şu hastaneden. Gel sana kahvaltı ısmarlayayım."

Sanki bana hastane müdürü maaşıyla çalışıyor. İkimiz de işe yeni başladık ve maaşımızı almamıza kalmış yirmi dokuz gün. Neyse ki, İsmet benim huyumu da suyumu da iyi tanır. Bu kahvaltıyı ödese bile sonrakinde elini cebine atanın ben olacağımı bilir. Odalarımızda elimizi yüzümüzü yıkayıp, kanla kaplanmış üniformaları çıkarınca kapıda buluştuk.

"Gözleme yiyelim mi? Oradan Koza Han'a geçeriz."

"Aslında aklımda Cumalıkızık vardı."

Elimi Versem Tutar mısın?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin