3. BÖLÜM

3.9K 393 408
                                    

Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.

Tolstoy

5 yıl önce

İnsanın hayalleri engin deniz... Sıra uçsuz bucaksız maviliklerde yüzmeye geldiğinde atabildiği birkaç kulaç... Yükseklerde uçma hayali olan bir öğrenci için hiçbir zaman dört dörtlük değildim. Dört dörtlük ne demekse artık? Karnemi en yüksek notlar doldurmuyordu, bir fen lisesi kazanamamıştım eğer anlamı buysa. Sağlık meslek lisesini bitirdiğimde tek amacım yirmi bir yaşımı doldurmak, pilot olabilmek için sağlığıma dikkat ederek gerekli başvuruları yapmak ve gelecek hedefimi gerçekleştirmekti. Daha küçücükken her çocuğun maruz kaldığı malum soruyla ben de yıllarca haşır neşir olmuştum. Konuşmaya yeni başlamış tüm çocuklara sorumluluk yüklemek nasıl bir aymazlıktır. Hayattaki tek gaye sigortalı bir işe girip çalışmakmış gibi lanse ettirilen bu duruma o anki sığ aklımla hevesle yanıt versem de ben aynısını yetişkinliğimde yapmamaya yemin ettim. Utanmasalar kundaktaki bebeğe bile 'büyüyünce ne olacaksın?' diye sorabilme yeteneğinde olan üstün zekalı (!) insanların sorduğu bu soruya verdiğim istisnasız tek bir cevap vardı neyse ki.

"Ben pilot olacağım."

Sekiz yaşında bir çocuk için havada süzülen koca bir metal yığınını kontrol etmek çok havalı gelebilir. Tıpkı insanların doktor, avukat, mühendis ve toplumsal normlarda kabul görmüş (kime göre neye göre?) birkaç meslek türündeki cevabı duymayı bekleyen kulaklarının, pilot cevabını aldıklarında, sadece maaşının havalı geldiği bu meslek gibi, verdiğim kararlı cevapla takdir toplardım. Sanki insanı mutlu eden tek gerçek artık gözümde pul kadar değeri olmayan banknotlarmış gibi... Genellemelerin canı cehenneme... Ama şu da bir gerçekti: Sekiz yaşında hayalini kurduğum meslek yirmi iki yaşımda da hâlâ aynı gökyüzünden bana göz kırpıyordu üç yıl önce, hâlâ havalıydı ve ben pilot olacaktım.

Pilotluk eğitimi alabilmek için lise mezunu birinin bir: yaşı yetmiyordu, iki: maddi durumu... Bu yüzden tek memur maaşıyla geçinilen evimizde en azından ön lisans okuyarak paramedik olmak istediğimi söylemem, bir iş bulup çalışmamı bekleyen ebeveynlerim tarafından bir süre sürüncemede kaldı. Hatta annemin sarf ettiği tek bir cümleyle vazgeçtiğim sanılmış bile olabilir. Mümkünmüş gibi... 

"Kızım arada ne fark var? Boşuna zaman kaybı. İki yılda, lisede öğrenmediğin ne öğreneceksin ki? İğne, serum neyin beceriyon işte. Dündar sen de bir şey desene."

Beni babama havale etmesine anlam yüklemeye fırsatım olmadan aklım bambaşka bir gerçeği idrak ediyordu. Sınav haftamda kırk misafir kapasiteli, çılgın gün partileri için tek ayak üstünde on çeşit tuzlu, on beş çeşit tatlı hazırlayan Asiye Değerli hanımefendiden bunları işittiğimde bir süre afalladığımı hatırlıyorum. Şaşkınlığım boyumu aşıp annemi görüş alanımdan çıkarttığı için olsa gerek herhangi bir cevap versem de sesimi duymayacağından emin olmuştum. Hayır, nasıl olurdu yani? Annemin, ev hanımlığı üstüne tezli yüksek lisansına karşı (evimizde cilt cilt, kendi el yazısıyla not aldığı envai çeşit tarif defteri mevcut), tek kızını lise mezunu bırakma gayretini uzun bir süre, geceleri yattığım yatakta esefle kınadım. 

Tamam, akademik anlamda aşırı zeki biri olmadığım sır değildi. Birkaç paragraf öncesinde lafını geçirmiştim. Bundan beş yıl sonrasını az çok bildiğinizden duygusal anlamda da öngörü seviyem yerlerde bildiğiniz üzere. Yine de eğitim-öğretim geçmişime dönecek olursak kazandığım, geçtiğim ne kadar sınav varsa çok çalıştığım içindi. Çalışkandım. Ayrıca, sırf benzer bölümün devamını iki yıl daha okumak istediği için, birinin yüksekokul okuma hayalinin önünde de durulmazdı. Bu yüzden ailemle (annemle... babam toplamada sıfır, çarpmada bir olan istikrarını yıllar içinde hiç bozmadı) boş yere ağız dalaşı yapmak yerine üniversite sınavına girdiğimi kazandıktan sonra gündeme getirdim.

Elimi Versem Tutar mısın?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin