Bu bölümü yazmam için beni teşvik eden arkadaşa teşekkürlerimi iletiyorum ve bu bölümü ona ithaf ediyorum. Umarım beğenirsin :)
***
Karşılaştığım manzarayla kısa süreli bir şok yaşıyorum. Beni kendime getiren, ayakkabımı eline alıp bana doğru ilerleyen Kerem oluyor. Uzattığı elini tutarak kalkmama yardım etmesine izin veriyorum ve ayakkabımı ondan alıp giyiyorum.
“Teşekkür ederim.” Utançtan yerin dibine girerek ettiğim teşekkürü Kerem gülmemek için sıktığı dudaklarının arasından fısıltıyla kabul ediyor “Önemli değil.”
Allahım yerde bir delik açılsada içine girsem. Çocuk resmen gülmemek için kendini tutuyor, birazdan çatlıyacak. Daha ilk karşılaşmadan rezil oldum.
“Günaydın Kerem, nasılsın?” Yapma Zeynep, bu sabah değil. Ben fena halde rezil olmuşken değil.
“Teşekkürler, siz nasılsınız?” Siz mi? Siz derken? Konuşma şekli mi resmi, yoksa ikimize mi soruyor? Off Edward Cullan’ın yeteneğine şuan çok ihityacım var. Acaba benim hakkımda ne düşünüyor. Ne düşünecek Ece, ne kadar salak olduğunu düşünüyordur tabii ki.
Ben içimde kendimle tartışırken Zeynep yandan gülüşüyle cevap veriyor Kerem’e “Biz de iyiyiz. Bu arada siz tanışmadınız; Kuzenim ve aynı zamanda ev arkadaşımız Ece. 1 aydır Antalya’daydı. Dün sabah geldi.”
“Evet dün sabah apartman girişince karşılaşmıştık. Memnun oldum Ece, ben de Kerem. Yeni karşı komşunuz.” Beni hatırladı. Resmen BENİ HATIRLADI. Allah’ım elini de uzattı. Ah elleride ne kadar güzel. Çok da zarif uzatıyor canım benim. Ece ne saçmalıyorsun, çocuğun eli havada kaldı!
“Ben de memnun oldum Kerem. Apartmanımıza hoş geldin. Ancak ben işe geç kalıyorum. Acele etmem lazım-” Ben tam ‘görüşürüz’ diyecekken Kerem atlıyor lafa
“Evet, farkettim. Fazla acele etme bence. Sonra ayakkabıların falan uçuyor.”
VURUN BENİ! Çocuk resmen ezdi, geçti. Açıyı gördü, şutu çekti ve golü attı;
Kerem: 1 Ece: 0
***
Hız rekoru kıracak şekilde koşarak apartmandan çıkıyorum. Ben ne hayaller kurarken o gelmiş dalga geçiyor benimle. Rezil olduğum, golü yediğim yetmiyormuş gibi bir de işe geç kaldım. Çok güzel. Rezil olmamın verdiği sinirle arabama atlayıp işe gidiyorum.
Geçirdiğim yoğun iş gününün sonunda Aslı ile birlikte eve dönmek için arabama biniyoruz. Markete uğrayıp eksikleri de aldıktan sonra nihayet apartmanın önüne varıyoruz. Bugün yaşadıklarımı bir ara verdiğimiz kahve molasında Aslı'ya anlattığımdan beri hala bana gülüyor.
"Aslı yeter artık sus. Bak aprtmana geldik, yine karşılaşıcaz sonra sen güleceksin, sonra yine rezil olucaz." Aslı'yı uyarmamla birlikte kendini durdurmak için elini ağzına kapatıp kafasını sallıyor. Bende derin bir off çekerek arabadan iniyorum. Marketten aldıklarımızla birlikte asansöre biniyoruz ve yukarı çıkıyoruz. Aslı anahtarla kapıyı açıp sonuna kadar itiyor. Elimdeki poşetleri içeriye bırakıp bir yandan Zeynep'i çağırırken bir yandan da ayakkabımı çıkarmaya çalışıyorum
"Zeyneeeep? Biz geldik."
"Hoş geldiniz! Mutfaktayım."
Aslı ile birlikte içeri girip dış kapıyı kapatıyoruz ve poşetleri mutfağa götürüp aldıklarımızı yerleştiriyoruz. Aslında daha çok ben yerleştirirken Aslı kendini sandalyeye bırakıyor. Poşetleri yerleştirdikten sonra elimi yüzümü yıkayıp tekrar mutfağa dönüyorum ve Zeynep'e kocaman bir öpücük veriyorum. Daha sonra birlikte yemekleri yapıp Aslı'nın kurduğu sofraya yerleşiyoruz. Herkes bir yandan yemek yerken diğer yandan bugün yaptıklarını anlatıyor. Tabii ki benim Sedef hanımın randevusuna geç kalmamla birlikte yaşadığım olaylar odanın kahkahalarımızla dolmasına sebep oluyor. Sıra sabah yaşadığım talihsiz olayı Zeynep'in gözünden dinlemeye gelince bu kez günlerler sadece ikisi oluyor.