10.

445 48 244
                                    

Yeni bir gün, yeni bir başlangıç gibi olmalıydı değil mi? Başımıza berbat şeyler gelirdi ve onların içerisinde öyle kaybolurduk ki artık derdik, artık başıma en azından şimdilik bir şey gelmemeli çünkü zaten dibi gördüm. Daha fazlasını kaldıramayacağımı, korkunç şeyler yaşandığında üst üste gelecek şeylerin bile bir haddi hududu olduğunu zannederdim. Sanki hayat belirli bir ibreyi sabit tutmayı çok umursuyormuş gibi, çocuksu bir düşünceydi bu.

Mesela bir aileden kayıp verildiğinde insanlar onun için yas tutarken bir kayıp daha verilmezdi, genelde böyle işlerdi değil mi? Acının bile adil bir zaman dilimi içerisinde dağılacağı düşünülürdü. Kendime kendimi kanıtlamam gerekiyordu çünkü yaşanılanlarla kafamda girmeye korktuğum bir sokağın kapısının kilidi açılmıştı, farkındaydım eğer buradan kaçıp kasabaya sığınırsam Kim ailesinin hizmetkarı olduğum için ve onları terk ettiğim için onların hıncını benden çıkaracaklardı ve davette yaşanılanlar gibi...

İnsanlar üzerimde söz sahibi olduklarını zannedecek kadar ileri gideceklerdi, kendimi korumaktan aciz değildim fakat bunu bir kişiye karşı yapabilirdim. Toplu halde bana saldırırlarsa bir çarem kalmazdı. Gece boyu artık göz yaşlarım akmasa dahi ağlamıştım, buna rağmen dün yaşananlar hiç yaşanmamış gibi erkenden uyanmıştım. Bay Kim'in odasına uğramıştım fakat o çoktan yürüyüşe çıkmıştı, kahvaltıya indiğimde ise Kim ailesinin üyeleri beni dikkatle süzseler dahi bir yorumda bulunmamışlardı ve Bay Kim benim olduğum tarafa bir kez olsun dahi gözlerini değdirmemişti.

Bir heykel gibiydi, her zamankinden daha cansız ve hissizmiş gibiydi. Bir fırtına görmüştüm ya daha fazlasını tadamayacağımı sanıyordum bu yüzden içinde bulunduğumuz durumun derin irdelemelerine girişiyordum. Bay Kim yemekten sonra direkt olarak atölyesine yöneldiğinde kahvaltıyı es geçip ben de atölyeye gittim hızla. Ondan kaçmayacaktım çünkü dediğim gibi kendimi kendime kanıtlamam gereken yollardan biri buydu. Bay Kim kapıyı tıklattığımda içeri girmemi söylemekten başka bir şey söylememişti, tuvaline öyle sert davranıyordu ki karşısında nefret ettiği biri varmış da hıncını çıkarıyormuş gibiydi.

Boya ezmemi istemedi, aslına bakılırsa benden hiçbir şey istemedi ve ben arkasındaki sandalyede öylece oturmaya devam ettim. Bakışlarımızı birbirimizden esirgiyorduk, onun nedeni neydi bilmiyorum ama benimkisi öfkemi uyandırmamak ve sanırım gözlerinde bulacağım şeylerden kırılacağımdan korkmaktı. Tuvalinin üstüne resmettiği görüntüde aslında örnek alarak baktığı masanın üzerindeki örtüde yer almayan dantelleri, kafasından hayal ederek resme döktüğünü gördüm. Sesini bile çıkarmıyordu ve bu sessizlik beni ürkütecek bir noktaya ulaşmıştı.

Tanrım diyordum içimden, içerisi oldukça sıcak fakat benim daha fazla ısıya ihtiyacım var. Ellerim buz tutmuştu, birbirimizden daha fazla uzaklaşabilir miydik bilmiyordum ve sanmıyordum. Yine de onun çehresinde oldukça dingin fakat bir o kadar da saldırgan bir his görüyordum ona farkettirmeden bakarken. Muhakkak ki bir şeyler olmuştu ve onun cephesinde değişen şeyler vardı lakin bilemiyordum olanları tahmin dahi yürütemiyordum. Resmindeki üzüm buğuları elimi uzatsam bir tanesini koparabilecekmişçesine taze görünüyordu.

Orada öylece dururken bile savrulduğumu hissediyordum, kendimi evimde hissedemedikçe de bu savrulmaya mahkumdum zannedersem. Biraz ölüyor gibiydim fakat yaşatmam gerekirdi kendimi, muhtaçlığım yalnız bana olmalıydı. Bu yüzden bana dayanak olabilecek her şeye tutunmaya çalışıyor, aklıma getirmeye çabalıyor ve annem ile babamın ruhlarını da yanı başımda hissetmek için onlarla olan bağımı sıkı tutmayı istiyordum. Çılgınca bir vaziyette tanrıdan sürekli bir kez olsun bir ayrıcalık tanımasını ve anneme kanatlarını verip sadece birkaç dakikalığına bile olsa yanıma gelmesine izin vermesini diliyordum. İçimden dua ederken, gece boyunca uyanık kalmanın verdiği uykusuzlukla beraber atölyede Bay Kim'in ensesini izleyerek uyuya kalmıştım.

Bay KimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin