Bu gün yine o saçma günlerden biri olacaktı; iş görüşmesi günü. Her zamanki gibi geç kalmıştım. Aceleyle siyah takım elbisemi giydim. Kahvaltı hazırlayacak vaktim olmadığından sıcak bir kahve içip yola çıktım. Dışarısı, düne göre biraz daha iyiydi. Dün geceki gibi yağmur yağmıyordu fakat Aralık soğuğu sarmıştı her yeri. Yürürken bir yandan da elimdeki, kenarları hafifçe uçuşan formları düzenlemeye çalışıyordum. Ellerim, kuru ve sert esen rüzgar sayesinde kıpkırmızı olmuştu. Saatime baktıktan sonra geç kalmamak için adımlarımı hızlandırdım. Adım atarken ayakkabılarımdan çıkan ses bomboş olan sokakta yankılanıyordu. Otobüs durağına geldiğimde kimse yoktu. Biraz bekledikten sonra nihayet bir otobüs gelmişti durağa. Aceleyle bindim, 20 dakika kalmıştı görüşmeye...
Durağa gelirken yine günlük gazetemi almıştım. Her gün mutlaka alırdım gazetemi. Magazin ve spor bölümü pek ilgimi çekmiyordu. Gereksiz birçok haber vardı. O sayfaları hızlıca geçtim. Sonunda bir haber dikkatimi çekti: Robert Preece cinayeti! Haberin başlığı bile ürkütücü gelirdi bazı insanlara. Benim için ise sıradan bir olaydı. Haberde iki fotoğraf vardı. Birinci fotoğraf Robert Preece'in ailesinin ve yakın arkadaşlarının, bu sabah çekilmiş olan fotoğrafıydı. Diğeri ise her tarafı çamur ve kan lekeleriyle kaplı cesedin fotoğrafıydı. Detaylarda Robert'ın öldürüldüğü gece bir bara gittiği yazıyordu. Senaryo kolaydı, "Muhtemelen gece tanıştığı birisi tarafından öldürüldü ve ikisi de kör kütük sarhoştular" diye düşündüm. Yanımdaki şapkalı adamın küçümseyen bakışından sonra yüksek sesle düşündüğümü anladım.
Garip adam, birden hızlıca konuşmaya başladı, "Gece bardaymış, doğru. Fakat katilimiz barda tanıştığı birisi değil. Diğer fotoğraftaki esmer adama bak. Üzerindeki kıyafetler çok kirlenmiş gözüküyor. En az iki gündür değiştirilmemiş. Dün gece sabaha kadar yağmur yağmıştı. Ceketinin altındaki gömlekte ve pantolonunda hala ıslaklıklar var. Demekki gece boyunca dışarıdaydı."dedi kibirli bir tavırla.
Resme dikkatlice bakmaya başladım. Kırmızı bir içki lekesi gözüme çarpıyordu beyaz gömleğin yakasındaki. Farkedilmeyecek gibi değildi, "Gömlekteki içki lekesi de onun dün gece barda olduğunu işaret ediyor." Dedim.
"Evet" dedi ve devam etti anlatmaya: "Kurbanın üstündeki çamur izlerine bak. Öldürülüp çamurlu biryere götürülmüş olmalı. Esmer adamın ayakkabıları... Eve geldiğinde ilk işi onlari silmek olmuş olmali ki ayakkabılar parlıyor. Pantolonunun arka kısmına sıçrayan çamurları farketmemiş. Farkettiğinde de biraz geç olmuş ki elindeki çantayla kapatmaya çalışmış." dedi hafifçe gülümseyerek. Adam bütün cinayeti birkaç dakikada çözmüştü. Ben ise sadece şov izliyormuş gibi hayranlıkla bakıyordum. Bu kadar şeyi nerden anladığını sordum O'na.
Hafifçe gülümsedi, "Aptal değilim Danny."dedi, tek kaşını kaldırarak.
Söylediği isim benim yıllardır kullanmadığım ilk adımdı. "Brad... İsmim Brad." dedim kaşlarımı çatarak. Açıkçası sinirlenmiştim biraz.
"Biliyorum, Danny Brad Carson."Dedi. Yüzünde yine o "çokbilmiş" gülümsemesi vardı.
Bunu nasıl bilebilirdi ki? Daha tanışmamıştık bile ki adam kimsenin bilmediği ilk adımı ve soyadımı biliyordu.Konuştukça daha da ilginçleşiyordu bu durum. Karşımda müthiş zeki ve bir o kadar da esrarengiz bir adam vardı.
Ben içten içe düşünürken konuşmaya devam etti, "Elindeki belgede yazıyordu. Ucube olduğumu düşünme diye söylüyorum."Dedi pencereden dışarı bakarak. Soğukkanlı birine benziyordu, oldukça sakindi.
Diyecek birşey bulamamıştım, "Neden öyle düşüneyim ki?" Dedim umursamaz bir tavırla.
Bana döndü, "Dahası da var çünkü..."dedi gözlerini açarak. Meraklandırıcı bir bakıştı bu. Hakkımda neler bildiğini merak etmiştim.
Artık hiçbir şeyin beni şaşırtamayacağını düşünmeye başladım. Bu garip adama tuhaf bir şekilde hayran olmuştum. Biraz düşündüm, "Benim hakkımda başka neler söyleyebilirsin?" dedim merakıma yenik düşerek.
Birkaç saniye gözlerime baktı, "Bir iş görüşmesine gittiğini sanıyorum. Şu sıralarda çok iş görüşmesi yapıyor olmalısın ve muhtemelen geç kalacaksın." dedi bacak bacak üstüne atarak. Birkaç saniye sonra kaldığı yerden devam etti, "Kahvaltı yapmadan evden çıktığını varsayıyorum. Sanırım eski mesleğin polislik veya askerlikti. Hiç evlenmemişsin. Mesleğin yüzünden olmalı. Bu arada ofiste çalışmak pek sana göre değil. Eski günlerini özlüyorsun." dedi ve yine dışarıya çevirdi kafasını. Yine onu yapmıştı. Üstelik bunlar biryerde de yazmıyordu. Sanki şaşırmam onu mutlu ediyormuş gibi bir ifadesi vardı.
Sustum kaldım dediklerinden sonra. En ufak bir ipucu göremiyordum ve o adam geçmişimi anlatmıştı resmen. Hiç tanımadığım bir insan eski mesleğimi, neler yaptığımı ve neler yaşadığımı söyleyebiliyordu, "Nasıl?" diye sordum. Çok şaşırmıştım.
Kibirli bir sesle "Ayrıntılar Carson, her şeyi anlatırlar."dedi. Gizemli bir cevaptı bu. Hangi ayrıntıdan bahsediyordu ki? Sanki benim birşeyleri anlamamam onu mutlu ediyor gibiydi.
Hala şaşkındım. Israrcı bir tavırla "Nasıl anladın?" diye sordum tekrardan...
Kaşlarını hafif çattı, "Şık giyiminden ve elindeki doldurulmuş formlardan iş görüşmesine gittiğin anlaşılıyor. Şu bilgilerini yazdığın kağıt... En az bir ay önce hazırlanmış. Yani daha önce de iş görüşmesine gitmişsin. Geç kalmış olmalısın ki sık sık saatini kontrol ediyorsun. Kravatını aceleyle ve düzensiz bağladığın belli oluyor. Kahvaltı yapacak vaktinin de olmadığını düşünüyorum." dedi ve derin bir nefes aldı. Aşağılayıcı şekilde gülümsedi, "Eğer kahve aromalı parfüm kullanmıyorsan, sadece kahve içmiş olmalısın." dedi. Belli etmemeye çalışarak nefesimi kokladım; kahve kokusu rahatça anlaşılıyordu fakat o zamana kadar farketmemiştim. Beni mahcup etmişti, olduğum yerde kendimi biraz geriye çektim.
Adam bir yandan konuşurken bir yandan da dışarıya bakıyordu, "Aceleyle çıkmış olmana rağmen gelirken gazete almışsın. Bu eskiden gelen bir alışkanlık olmalı. Spor sayfalarına bakmadın bile. Sadece cinayet haberlerine bakmandan anlaşılıyor ki bu olaylar dikkatini çekiyor. Robert Preece cinayetini okuduğunda yüzündeki ifade değişmedi bile. Demekki bu olayların içindesin ki sıradan bir olay gibi bakıyorsun. Buna göre polis veya asker olmalısın. İş görüşmesine gittiğine göre de artık bir mesleğin yok. Preece cinayetini anlattığımda gözlerinden belli oluyordu o günleri özlediğin. Ayrıca yalnız yaşadığın her halinden belli oluyor."Dedi, kaşlarını "yeterli mi?" dercesine kaldırarak.
Bu kadar şeyi sadece biraz gözlem yaparak anlamıştı. İnanılmaz bir zekası vardı. Üstelik haklıydı. Polisliği, cinayetleri çözmeyi, koşuşturmayı gerçekten özlüyordum. Bütün bu söylediklerinden sonra biraz susmuştu. Sanırım idrak etmem için zaman veriyordu bana.
Biraz sustuktan sonra elini uzattı, "Dedektif Jordan Mavrick. Birkaç güne yeni bir davaya başlayacağım. Belki yardım etmek istersiniz."Dedi. Beklemediğim bir teklifti.
Hiç tanımadığım esrarengiz görünümlü bir adam bana çok özlediğim geçmişimi tekrardan yaşamayı teklif etmişti resmen. Fakat ismini yeni öğrendiğim bu adama güvenebilecek miydim?
Sanki üzerinde "Tehlikelidir, yaklaşmayın!" yazıyormuş gibi bir görünümü vardı. Alnının önüne doğru eğmişti, giydiği fötr şapkayı. Gözlerini saklamaya çalışıyor gibiydi. Birkaç saniye düşündüm...
Normal bir insanın yapmayacağı şekilde kabul ettim bu cazip fakat bir o kadar da olanaksız görünen teklifi. İlk defa gördüğüm bu adama güveniyordum doğrusu. İşte bu noktada Jordan Mavrick isimli bu dahiyle yeni bir hayata başladığımı hissediyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jordan Mavrick
CasualeEski bir polis olan Brad Carson'ın Dedektif Jordan Mavrick ile yaşadıklarını anlattığı kitaptır. [Okuduktan sonra vote, yorum yaparsanız mutlu olurum.]