11. BÖLÜM "SONBAHARI YAŞAMAK"

4.5K 189 27
                                    

#Evanescence - Hello

"Benim bir parçam?" 

Neyin parçasından bahsediyordu? Birilerine duyulan ihtiyaç, bir insanın nasıl bir parçası olabilirdi ki? Bu zamana kadar tek başıma yürümekten bahsediyordum ben ona, hiçbir şekilde kimsenin yaralarımı iyileştirmediğini, kanaya kanaya ilerlediğimi haykırıyordum yeşillerine.

Karşımdaki Pars, kimdi?

İçim, öyle bir sızlıyordu ki hissettiğim yalnızlıkla; geride kalan, birkaç hafta içerisinde buharlaşıp yok olmuş 10 sene sanki yeniden binmişti sırtıma. Kocaman bir yorgunlukla düşen omuzlarımla, bitkin gözlerimle, her yanımı iğne batıyormuşcasına sızlatan hayal kırıklıklarımla baktım grilerine. Gözlerimi sımsıkı yumdum, o bu değildi. Benim Pars'ım, bu olamazdı. "Çocukluğumda bulamadığım umudu sende buldum be adam!" Birkaç gündür onun üzerindeki umursamazlık havasıyla sarılan bedenim, yalnızlığın kollarına sığınmıştı şimdi. Bembeyaz olmuş avuç içlerimi gösterdim ona. "Sen tutmadın mı bu elleri?!" Yağmurdan sırılsıklam olmuş saçlarımı sol omuzunda toplayıp sıkıca tuttum. "Sen okşamadın mı bu saçları?!" Konuşmuyordu, öylece izliyordu beni. Üzerine yürüyüp kaslı göğsünden bütün gücümle ittirdim onu.

"Beni öpen sen değil miydin?!" Avazım çıktığı kadar bağrıyordum, bize ayak uydurmak istercesine gürleyen gökyüzünün aksine, onun grilerinden ruhuma düşen yıldırımlar daha şiddetliydi.

Göğsüm, yaşadığım sinir harbiyle deli gibi inip kalkarken, buz gibi grileriyle beni izliyordu hala. Buğulu mavilerimle, gümüşlerine baktım umutsuzca. Yeşiller, neden yoktu?

Pars'a ne oluyordu?

"Sen benimsin diyen, sen değil miydin Pars?"

Birden, aklımın duvarlarından sızan düşüncelerle ruhum, artçı depremlerle sarsıldı. Dehşete düşmüş sesimle, son kez fısıldadım.

"Senin, bu işteki çıkarın ne Pars?"

Grilerinde kopan fırtınalara şahit olan okyanuslarım, tsunami misali oradan oraya savrulup içimdeki bütün zehiri dışarı savuruyordu şimdi. Göğüs kafesimi delip geçen, yakıcı acının üzerine damlayan sonbahar yağmurları dindirmiyordu içimdeki yangını. Tek kurtuluş yolum, onun kasırgasına kapılmaktı.

Onunla dağılmak, onunla savrulmak.

Şimdi ona baktığımda, beni içine alıp rüzgarına katmak isteyen Pars'ı değil de; rüzgarıyla beni mahvetmek isteyen Pars'ı görüyordum sanki. Bu dünyada, tek hedef ben miydim?

Vücuduma yayılan kırılmışlığın yorgunluğuna yenik düşerek ilk kez kendim diz çöktüm. Omuzlarım çökmüş, saçlarım yağmura direnmeyi bırakıp teslim olmuş, makyajım yüzüme tutunmak yerine kendini saf suyun akışına bırakmış halde öylece kabulleniyordum onu. Yılların vermiş olduğu sorumluluk ve yorgunluk, içerilere sinmiş ruhumu ellerinden tutup aydınlığa çeken adamın fırtınasıyla bütünleşmiş, beni bir anda enkaza çevirmişti.

Kocaman bir enkaz halinde, annesinden dayak yiyen küçücük bir çocuk edasıyla yine aynı köşesine çekilmiş ruhumla bakıyordum bu sefer grilerine. Soğuk, saf damlaların arasına karışmaya devam eden sıcacık yığıntılar gözlerimden dökülmeye devam ediyordu.

Derin, ateş gibi bir nefes verdim dışarı. Islak dudaklarımın arasından süzülen yorgunluğun buhar olup dağılmasını izledim. "Neden cevap vermiyorsun?"

"Ne dediğinin farkında mısın Alya?"

Öfke yine vücuduma yayılırken avazım çıktığı kadar bağırdım ona, "Evet! Allah'ın cezası evet! Benimle oynadın!" Yumruk yaptığım ellerim yüzünden, avucuma batan tırnaklarımı hissedebiliyordum. Avuç içlerim yanıyordu; fiziksel acı, ruha batan parçaların yanında hiçbir şeydi. Gözlerine bakmaya dayanamıyordum, kopan her fırtına beni yerle bir ediyordu. Gözlerimi kapatıp, engel olamadığım yaşların akmasına izin verdim tekrar.

GECENİN GÖZLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin