Bölüm 3: Bal Kabağı

176 15 4
                                    

“Katie”

Güven veriyordu, öyle saçma ki, nasıl güvenip, evine gittiğime şaşırıyordum.İstemsiz sevmek istiyordum onu, sanki başını omzuma koysa, bebek şefkatiyle sarıp sarmalayacaktım onu. Bazen o masum ama katı bakışı göğsümü delip geçiyordu. Bakıyor muydu? Yoksa bakışlarıyla öpüyor muydu belli değildi.

Tüm bunların yanında; evine(!) gittiğimizde, evi demek biraz garip olurdu, yıkık dökük bir binaydı burası. Gelen ıslık sesleriyle gerilmiştim. Yılbaşında eve getirilen hindi gibi hissetmiştim. Bir daha yemeyeceğime yemin bile edebilirdim. Alkışlar ve kelimeler birbirine karışmıştı. Söylenenleri duyamaz hale gelmiştim ama ürkütücü bakışlar; duymam için zorluyordu beni.

Aradan cılız ama korkunç gülümsemesiyle bir genç erkek yaklaşarak;

“Vay, konuşmayı bilmeyen çocuk eve kız getirmiş.”

Ellerini saçlarımın arasından geçirip, Colin’in bakışlarında duraksadı. Ona kin güdüyormuş gibi bakan Colin;nazikçe koluma girip, yıkık dökük binanın girişine doğru ilerledi. Bir sahipleniş gibiydi. 'Çekilin bu benim kızım' der gibi!

“Sana neden konuşmayı bilmeyen çocuk diyorlar?”

Colin yine o anlamıyormuş bakışını yapıp: "Çünkü neden konuşmak istediklerini bilmiyorum." deyip yüzüme dik dik baktı. Sanki meydan okuyormuş gibi.

Cevap verdiğini duyan küçük bir çocuk, heyecanla az ilerideki kadına doğru koştu.

-Anne, konuşuyor.

Kahkaha atmaya başlamıştım.Hafifçe doğrulup, yüzüne baktığımda gülümsüyormuş gibi duruyordu. Aslında yüzünde değildi gülümsemesi; gözlerindeydi.Belki de; gülünce gözleri gülüyordu.

“Ara sıra onlarla konuşmalısın. Senin dilsiz falan olduğunu düşünmüşler.”

Sözlerime aldırmadan, devam etti. Küçük bir odaya girdiğimizde;

-Burada yatabilirsin.

Dedi, küçük bir yatağı göstererek. Rahatsız gibiydi, ya da ne bileyim sanki burada benimle kalmaktan hoşnut değildi. Gözlerimle etrafı gezerken, çaktırmadan onu da izliyordum. Yakışıklıydı hatta fazlası vardı. Kalbim hızlanmıştı birden. Hızlıca yanıma gelip;

-Korkuyor musun?

“Sence?”

Etrafıma gözleriyle 360 derece eğimli bakıp, gizli gülümsemesiyle;

-Hayır, daha çok bir şey hoşuna gitmiş gibi. Mutlusun. Ama neden?

“Neden hep sorguluyorsun?  Nedensiz de sevilir yani mutlu olunur.”

Bir yandan; eşyalarını kaldırıp, diğer yandan  cevap vermeye koyulmuştu.

-Peki.

Kızdırmıştı sanki beni. Öyle soğuktu ki bazen; bir sarılayım da sevgimde boğulsun istiyordum.

“Çok sinir bozucusun.”

-Neden sözlerinle, ifadelerin uyuşmuyor? Sanki kızmıyorsun sadece merak ediyorsun. Rengin seni ele veriyor.

“Bu bahsettiğin renklerim neyse; hepsine mürekkep dökmek istiyorum.”

-Bunu yapamazsın.

Şimdi sinirlenmiştim. Neden küçük bir çocukla kavga ediyormuşum gibi hissediyordum. Sözleri öyle anlamsızdı ki. Benimle her konuşmasında, gamzesinde oluşan o gülücük tam olarak sinirlenmemi engelliyordu. O bahsettiği renklerim her neyse güzel bir renk olmalıydı. Onları nasıl görüyorsa..Bence bir yerde antenleri falan vardı; bu teorime göre; uzaylı mıydı? Penceresini kapatmamıştı; gökyüzü öyle dikkat dağıtıcı bir şekilde  yakın görünüyordu ki; uçsuz bucaksız. Yıldızları görünce; tahmin yapma şevkim artmıştı. Yıldızlar onu da cezbediyordu belliydi.

“Yarın hava güzel olacak, ayrıca güzel bir gün olacak.”

Söylediklerimi garip bulmuş gibi sorguladı:

-Bunu nasıl biliyorsun?

“Gökyüzü yarının habercisidir, bilmiyor musun?”

Yüzüme en belirgin biçimde gülümsemişti. Bu bir ilkti. İlkleri seviyorum. Ya da daha önce gülümsemeyen birini bulduğum için; çölde su bulmuş kadar sevindim bilemiyorum. Sanki ilk kez bana gülümsemiş gibi hissetmiştim.

Peki, gökyüzü sonuna kadar haklı çıkar mıydı? Gökyüzü tezim; kapının kırılıp, birkaç adamın içeri girmesiyle çöküvermişti..Gün bal kabağına şimdiden dönüşüvermişti, bu kadar iyi gitmesi bile mucizeydi….

Gökyüzü HabercisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin