Başkalarına ve kendisine merhameti olmayan bir adama rastlamıştım. Acımasız adamlar ile birlikte bilinmedik bir yolda düşe kalka yürüyordum. Uzun ve tozlu bir yoldu benim ki.. Kimsenin bakmaya cesaret edemeyeceği kadar karanlık ya da yarı uykulu yarı uykusuz, insanı sersemletecek hatta sarhoş yapacak bir şekilde, cehennemin düşsel çıkmazına meydan okuyacak derecede sabırsız, soğuk kaldırımlara ayak basıyordum.
Sanki ilk kez ayak bastığım bu soğuk yollar ayaklarımın altından bir bir çekiliyor ve tabanlarım da bırakması gereken o soğuk etkiyi bırakamıyordu. Ayaklarımın altından çekilen her bir yolun bende bıraktığı etki ilk önce içime kadar işliyor ve tüm ateşini gözlerimden aşağı sebepsizce akıtıyordu.
Her şey insanın içini ürpertecek derecede ya çok soğuk ya da insanı kavuracak şekilde çok sıcaktı. İnsan sadece düşünürken bile ölme derecesine gelecek kadar üşüyebilir ama düşüncelerini serbest bıraktığında cayır cayır yanabilir hatta cehennemin en kavurucu ateşine doğru savrulabilirdi. İşte insanın kopma noktası da tam olarak buydu.
Belirsiz duygular arasında gidip gelmek ve düşüncelerine hakim olamamak...
Ben ise artık sadece düşüncelerime değil kendime de hakim olamıyordum. Belirsizlik içinde yoğurduğum düşüncelerim artık taşma noktasına geldiğinde ya kendi içimde yıkıp döküyor ya da sessizliğim ile yine kendime zarar veriyordum.
Manasız bakışların altında ezildiğim zamanlarda ise sadece gökyüzüne bakıyor ve oraya doğru yükseldiğimi kısa bir an da olsa hayal ediyordum.
Bu bir çeşit unutma yöntemimdi. Etrafa belirsizlikler içinde göz gezdirdiğimde artık boşluktan öte hiçbir şey göremiyordum. Önümde dizili sıralar, masalar sanki havalanıyor ve bir toz bulutuna dönüşerek kayboluyordu. Şimdi yalnızlığım ile baş başaydım ve boş duvarların serenatını bir sanat eserini izlercesine izliyor ve yalnızlığımın eşiğine merhaba diyordum.
Zoraki bir şekilde yapıştığım soğuk zeminden kalktığımda, ilk yaptığım şey tuvalete gitmek olmuştu. Elimi yüzümü soğuk su ile defalarca yıkadıktan sonra birkaç dakika koridorda öylece oyalandım ve yine manasız şeyler düşünmeye başladım. Etrafa kısa bir göz gezdirdiğimde buradan çıkma fikri birden aklıma düştü. Yavaş yavaş önümdeki pencereye ilerledim ve tam açacakken kolumda bir soğukluk hissettim.
Korkuyla arkama döndüğümde Ata Sancak'ın arkadaşlarından birisi ile göz göze geldim. Elindeki silahı tehditvari bir şekilde bana doğru tutuyordu. ''Senin gibi sessiz bir kıza göre fazlasıyla iyi cesaret. Ama buraya kadar tatlım seni önden alalım.''
Bir şey demeden kalabalığa doğru ilerlemeye başladım. Benim gibi hastalıklı insan sürüsüne ilerledikçe daraldığımı hissediyordum. Kalabalığa tamamen girdiğimde yine büyük bir daralma beni karşıladı. Yere oturduğumda yanımda Anıl'ın olduğunu anlamam zor olmadı.
''Ne o kaçacak mıydın yoksa ?'' Sinirle nefes verdim ve ondan uzaklaşacak şekilde yana doğru kaydım ama bu sefer de bakışları üzerimdeydi.
''Bu kadar insanı tehlikeye attıktan sonra bence iyi cesaret.'' Yine cevap vermedim ve ağırlaşan gözlerimi kapattım. Beş dakika kadar sonra sıçradığımı hissettim.
Büyük bir gök gürültüsü beni uykumdan uyandırmış ve benim gibi birçok öğrenciyi de korkutmuştu. Az sonra diğeri kadar olmasa da bir şimşek daha çaktı. O arada gözlerimi ovaladım ve etrafı yokladım. Pek bir değişiklik yoktu sadece bazı öğrencilerin fazlasıyla bitkin olduğunu görüyordum. İkisi ile aynı sınıftaydım ama diğerlerini tanımıyordum sadece kantinde ya da bahçede insanı neşelendiren tiplerden bazılarıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANTİNA
Ficción GeneralBilinmedik bir yabancının yeni oluşturulmuş bir virüsü yayması ile birlikte zor zamanlar başlar. Bu virüs sadece bir şehrin seyrini değil kilit noktada kalmış iki insanında hayatını değiştirir...