2.BÖLÜM

1.8K 408 37
                                    

''Kalabalığın içinden bir tek ona seslenmek ve delicesine haykırmak istiyordum.''

 O gece, gökyüzünün portresi dolunay insanı adeta büyülüyordu. Hasta olanlar olarak çıldırma ve bağırma evrelerini çoktan geçmiştik. Bugün ise üstümüzde adını koyamadığımız bir dinginlik vardı. Okulun önü daha sakin, sesler daha alçaktı. Zaman zaman herkes kendi arasında bir uğultu çıkartıyor ama bu durum kısa sürüyordu.

 Bu gece ise tamamen farklıydı. Dolunayın bize verdiği o sakinlik üstümüze tatlı bir ağırlık misali çöküyor ve parıltısıyla adeta gözlerimizi alıyordu. Dolunayı izleyen herkesin bir şeyler düşündüğüne hatta istediğine emindim ama bu istek ve arzular düşüncelerimizin arasında buhar olup uçuyordu.

 Dolunaya bakarken ise hayatımın özeti gökyüzünde kısa bir perde olarak belirdi. Daha sonra olasılıklar üstüne düşündüm. Okula geldiğim o gün, eğer annem bana yine baskı yapamasaydı belki de şuan dolunayı değil televizyonda olayları takip ediyor olacaktım. O kürsüde rehin alınmayacak, en önemlisi hastalığı taşıyan iğne başkasına yapılmış olacaktı. Tabii bunca şey sadece bir ihtimaldi.

Tıpkı nefes almamız gibi benim o okula gelme  sebeplerim vardı. Nedenlerini asla öğrenemeyecektim ama sonuçlarını ben de dahil herkes yaşayarak görecekti.

Gözlerim parlak dolunaydan yıldızlara doğru kaydı. Bugün gökyüzünde adeta dans edercesine ahenkle parlıyor ve kapalı camların ardından güzellikleriyle bizi büyülüyorlardı. Hareket eder gibi görünüp parlak dolunayın arkasına gizlenen bu yıldızlar dışarı çıkma isteğimi arttırıyor ama içeride duyduğum en ufak bir ses bile bana bunun mümkün olmayacağının mesajını veriyordu.

 İstemsiz bir iç çekişten sonra etrafı süzmeye başladım. Çoğu kişi benden farklı değildi. Gözlerine bakmadan özgürlüğü ve temiz havayı özlediklerini anlıyordum. Hepimizi mahveden bu hastalık sadece bizi değil aynı zamanda isteklerimizi, arzularımızı, hayallerimizi de öldürüyordu. Her geçen gün hayata karşı suladığımız o çiçek soluyor ve bizi sonsuzluğa doğru itiyordu. Sonsuzluğa doğru gittiğimiz o yolun bir sonu yoktu. Mecrasını bilmediğimiz o puslu ve karanlık yollar kaybedilmiş sessiz kalabalığın nedensiz yansımasıydı.

 Sanki her bir köşede yorulmuş ruhumuzun gölgesini gerçeğin en acımasız biçimiyle görüyorduk. Gidebilecek hiçbir yer yoktu çünkü bir kapanın içerisine sıkışmış, dışarıyı izliyor ve özgürlüğü çağırıyorduk.

Özgürlüğü beklemenin kıymetini bilmeyen insanlar için ne ifade ettiğini en iyi bilenlerdendim. Bugüne kadar hayatım şikayet ve olumsuzluklar ile geçmişti. Sürekli bir şeyleri düşünmek ve bazen onlar için üzülmek hatta ağlamak insanın sadece beynini değil ruhunu hatta bedenini yoran en zor işti. Şimdi ise bir okulda hapsolmuş ve pencerenin ardından gökyüzünü süzüyor, dolunayın güzelliğine aldanıp hayaller kuruyordum.

Hayallerim gerçek dünya ile ilişkili değildi. Şuan yapmak istediğim tek şey koridorun duvarlarından geçip dışarı çıkmak, kalabalığa aldırmadan gökyüzüne doğru havalanmak ve asla yeryüzüne inmemekti. Belki kırk yaşında olan birisi kadar hayat tecrübem yoktu ama ruhsal ve duygusal olarak ciddi anlamda yıpranmıştım.

 Adını koyamadığım ve beni insanlardan uzak tutan o yalnızlığın altında, artık bir neden aramıyordum. Uzun zamandır yapmak istediğim tek şey ise bilinmedik mecralara doğru havalanmak ve yabancılaşmış satırlarda kaybolmaktı.

Gözlerim istemsiz bir şekilde Ata Sancak ile buluştuğunda kurduğum o hayalin asla gerçekleşmeyeceğini anladım. Bir şeyler üzerine düşünmekten daha yorucu olan bir şey varsa o da görmek istemediğin insanlara tahammül etmekti. Belli belirsiz bir adım daha attı ve içinde yemek ve su bulunan çantayı bana doğru itti. Çantadaki suyu ve ekmek arasını aldım ve içimde ona karşı biriktirdiğim öfkeyi bir anda kustum.

KARANTİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin