Oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var*
Bazen vücudunuza bir sıcaklık yayılır. Ya sinirden ya korkudan ya da tutkudan. Benimki tutkuydu. Dudakların buluşmasının yarattığı o tutku bulutu beni çevrelemiş ve adeta sarmıştı. Sanki dünya benim etrafımda dönüyordu ama ben kendimi bırakmış gibiydim. Artık hiçbir şeyi duymuyor ve görmüyordum.
Ama nedensizce korkuyordum. Buradaki asıl mesele neyden korktuğumu tam olarak bilmememden kaynaklanıyordu. Bir de nedenini çözemediğim bir tedirginlik ve pişmanlık yaşıyordum. Bu iki duygunun asıl sebebi aptallığımdan kaynaklanıyordu.
Ben benim hayatımı mahveden, beni yaşayan bir ölüye çeviren o adama izin vermiştim. Bana biraz bile olsa yaklaşmasına ve beni teslim almasına izin vermiştim. Neydi bu aptallığımın sebebi aşk mı? ''Hayır'' diyerek reddettim kendimi. Bu asla aşk değildi. Ben artık aştan çok daha öte duygular besliyordum insanlara...
Aşk kavramını vücuduma aldığım ölüm zehrimle yitirmiştim sanki. Benim için belirsizlikten öte bir duygu yoktu artık. Peki Ata'ya karşı koyamamamın sebebi tam olarak neydi? Evet onu sevmiyordum ve kesinlikle aşık değildim. Ama onu gördüğüm de rahatlıyor ve kendimi ona bırakmak istiyordum.
Onunla konuşmak ve beni değişik ve karmaşık duygularıyla izlemesine şahit olmak bana iyi geliyordu. Neydim ben? Bir kurban mı? Yoksa korkak bir aptal mı?
Hangisiydim?
Ben benim hayatımı mahveden o katile, kurbanı olarak teslim olmuştum ve artık çıkılmaz bir yola girmiştim. Birbirimizi sevmiyorduk ama o kurbanını bırakamıyor ona acı çektirmekten zevk alıyordu. Ben ise çoktan benliğimi kaybetmiştim. Ona teslim olmuş beni daha dibe batırmasına izin vermiştim.
Yapılacak çoğu şey bitmişti artık. Hayatımın bir çözümü yoktu ve tıkanmıştı sanki her şey.
Ben teslim olmamam gereken bir adama bırakmıştım kendimi. O sıcak al görünümlü yaprakların dudaklarıma dökülmesine izin vermiş ve her şeyi berbat etmiştim.
Artık neydim ben?
Aptal mı, yoksa kurban mı?
Günlerdir ne yaptığımı ve neden böyle olduğunu düşünüyordum. Mümkün olduğunca Ata ile göz göze gelmiyor, konuşmuyor ve yatarken bile ona doğru dönmüyordum. O da bu değişimimin farkında olacak ki üstüme düşmüyor ama içten içe neden böyle olduğumu düşünüyordu.
Aslında her şeyin sebebi net ve açıktı. Sadece bu hareketlerimin ona neden tuhaf geldiğini çözemiyordum. Ben Ata'dan ve odadakilerden ne kadar kaçmak istesem de Anıl'ın bana düşmanca olan o manasız bakışlarını yakalıyordum.
İnsan bir yandan sonra pes eder ve susmayı tercih ederdi. Bende şu an o durumdaydım. Pes etmiştim ve Anıl'ı bırakmıştım. Onun herkese karşı beslediği nefret duygusu beni ve odadaki herkesi yoruyordu.
Bu yüzden ona nedenini sormak yerine bakışlarını ve nefretini görmezden gelmeyi tercih ettim.
Bugün ise hava yine kapalıydı ama dışarıda bir hareketlilik vardı. Neler olduğunu çözemiyor açıkçası çok da ilgilenmiyordum. Bu hastalığı taşıyıp bu sınıfa hapsedildiğimden beri yaptığım şeyi bugün de yapıyordum. Bir ölü gibi yatıyordum.
Az sonra odaya tulumlarıyla birlikte bir görevli girdi. Akşam sekiz civarında tüm hastaların kampüse çıkmasını söyledi. O kadar bitik ve umutsuz bir haldeydik ki bunun nedenini bile sormadık. Saate baktığımda ise dört sularını gösteriyordu. Biraz sonra Ata ile göz göze geldik. Bana dudakları hafif kıvrılmış alaycı ve sorgulayıcı bir şekilde bakıyordu.
Onun bu hallerine alışmış olsam da bu kadar rahat olmasına şaşırmaktan kendimi alamıyordum. Saniyeler boyu ona şaşkınlık ile baktım. Daha sonra sanki bir gücün beni dürtmesiyle ondan tamamen koptum ve sırtımı ona dönecek bir pozisyon aldım.
Şimdi kimseyi görmüyordum. Zaten artık kimseyi göresim de yoktu. Bu yüzden kapalı camların ardından gökyüzünü izleyebilmek bana daha iyi geliyordu. Biraz sonra ilaçların verdiği etkiden mi bilmiyordum ama gözlerimde bir ağırlık hissettim daha sonrasını hatırlamıyordum.
-
Uyandığımda dışarıda bir hareketlilik vardı. Başımı kaldırıp dışarıya baktığımda herkes mantolarına sarılmış, daire şeklinde oturuyordu. Daha sonra gündüz yapılan duyuru aklıma geldi. Dışarıda gördüğüm kadarıyla bir sorun yoktu.
Peki o zaman bizi neden çağırmışlardı?
Yatağımdan kalktım ve mantomu giyindim. Sınıf boştu. Ne Ata, ne Sude ne de Anıl vardı.
Mantomu giyindikten sonra dar koridorlardan geçerek kampüse çıktım. Uzun zaman sonra aldığım hava beni istemsiz bir şekilde gülümsetti. Hava soğuktu ama havanın soğuk olması ve rüzgarın yüzümü okşamasını bile özlemiştim. Gökyüzü bugün tüm gecelerden daha güzeldi ve bu akşamı şaşırtıcı bir şekilde anlamlı kılıyordu. Sanki uzun zaman sonra ilk kez bu kadar mutlu hissediyordum.
Eğer hava sıcak olsaydı çıplak ayakla kampüsün çimenlerine basıp saatlerce koşmak isterdim. Muhtemelen böyle bir şey yaptığımda bu davranışım garipsenecek ve çoğu kişi delirdiğimi düşünecekti. Bu yüzden bu zevkli aktiviteyi yapmaktan kendimi alıkoydum.
Az sonra insanlardan uzak bir şekilde soğuk çimlere çömeldim. Kışın insana verdiği sıcaklığı ve tenime işleyen soğuk ama huzurlu esintiyi çok özlemiştim.
Şimdi hiç olmadığım kadar özgür hissediyordum. Eğer yarın uyanamayacak ve bu hayattan tamamen kopacaksam en azından bu manzarayı asla unutmayacaktım. Çimlerin yaydığı soğuk enerji ve rüzgarın tenime bazen hafifçe bazen de sert bir tokat gibi değmesi meğer ne kadar da büyük bir özgürlüktü.
Biraz sonra arkamda bir nefes hissettim. Döndüğümde Ata bana bakıyordu. Elinde ise iki kup kahve tutuyordu. Bir şey demeden önüme döndüm. Utanmış mıydım yoksa rahatsız edildiğim için sinirlenmiş miydim bilmiyordum ama o gayet rahat bir şekilde yanıma oturdu ve kahvelerden birisini bana uzattı.
Kahveyi aldım ve bir yudum aldım. Havanın soğukluğu iliklerime kadar işlerken kahve içimi ısıtmıştı. Şimdi Ata ile gökyüzünü seyrediyor ve bu anın tadını çıkarıyorduk. Biraz sonra Ata'ya gitmesini söylemek istedim ama beni susturdu.
''Şş sadece izle. Çok güzel değil mi?''
Haklıydı. Ayın görüntüsü, yıldızların dansı, ara sıra gelen kuşların sesi beni uzun zamandır ilk kez bu kadar mutlu ediyordu.
Az sonra gökyüzünde bir şölen yaşandı. Havai fişekler tüm gökyüzünü sardı. O ara boş olan elimde bir sıcaklık hissettim ama ona bakamıyordum. Elimi tutan o adama, Ata'ya bakamıyordum.
Normalde kızmam gereken ve gitmem gereken yerde sadece duruyor ve anın tadını çıkartıyordum. Çünkü biliyordum ki bu el ne bir daha böyle tutulacak ne de bu havai fişekler gökyüzünde yıldızlara ve aya bu kadar güzel eşlik edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANTİNA
Художественная прозаBilinmedik bir yabancının yeni oluşturulmuş bir virüsü yayması ile birlikte zor zamanlar başlar. Bu virüs sadece bir şehrin seyrini değil kilit noktada kalmış iki insanında hayatını değiştirir...