Etraf buğuluydu ve korna sesleriyle beraber etrafta oluşan sis hareketsiz bedenimi yoruyordu. Etrafa bakıyordum ama insanları seçemiyordum. Ağlayan insanlar, çığlıklar ve korna sesleri... Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Şuan ise ağlıyordum. Bir süre sonra çığlıklar ve korna sesleri kesildi. Gözlerimi açtığımda aydınlık bir köprü görür gibi oldum. Gözlerimi ovuştururken kesik kesik aldığım nefesim sonunda düzene girmişti. Artık ölüler, çığlıklar ve korna sesleri yoktu. Hiç olmadığım kadar huzurluydum. Herkes mutluydu. Anıl, Ata, annem, babam. Ailemi bu şekilde mutlu ve duygulu görmek beni kısa süreli bir şoka sokmuştu ama ben köprünün güzelliğinden kendimi alamıyordum. Oraya gitmem gerekiyordu. Yavaş adımlarla köprüye yürümeye başladım. Yaklaştıkça korkuyordum ama içimde bir sarmal halini almış mutsuzluk, kuşku ve korku artık yoktu. Köprünün önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve birkaç saniye bu huzurun tadını çıkarttım. Arkama baktığımda kimse yoktu ve tekrardan önüme döndüğümde köprü kaybolmuştu ve ben kendimi sonsuz bir boşlukta bulmuştum. Aşağıya düşüyordum.
Daha aşağı... daha aşağı...
Nefes nefese uyandım ve karşımda Ata'yı gördüm. Elinde tuttuğu suyu bana uzattı. ''İyi misin?''
Suyu elinden aldım ve kafama diktim. ''Bir bardak daha.''
Ata hemen doldurup getirdi. Ben suyu içerken konuşmaya başlamıştı. ''Sanırım kabus gördün.''
''Kabus değildi ama yine de çok korktum.''
''Korkma.'' dedi bardağı yere koyarak.
''Bence de korkma. Gördüğün hiçbir rüya şuan ki halimizden daha kötü olamaz.''
Gerçeklik algım yavaş yavaş yerine geldiğinde dışarıda devriye gezindiğini anladım.
''Bizi mi arıyorlar?''
''Evet.''
''Buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum.''
''Önceden kaçaktık şimdi bunun yüzünden katil olduk. Buraya gelebilmek için oradaki herkesi harcadı.''
''Yine abartıyor.''
''Ne abartması lan?'' Anıl sinir havliyle yataktan kalktı ve gözlerini Ata'ya dikti.
''Zaten bizi arıyorlar birde yakalanırsak bu gerizekalı ergen yüzünden yakalanacağız.''
''Yeter susun.'' dedim sessizce.
''Polisi mi vurdun?''
''Silah patladı katsi yapmadım. Sonra hepimize ateş açtılar. Ortalık karıştı.''
''Öldü mü?''
''Bilmiyoruz henüz.''
Derin bir nefes verdim ve perdenin ucundan dışarıya baktım. Etraf kalabalıktı ve insanlar tedirgindi.
''Yakalanmamız an meselesi.''
Anıl sinirle nefesini dışarıya verdi. ''Cidden bizi yakalarlarsa ne yapmayı düşünüyorlar acaba? Herkes bize veremliymişiz gibi davranıyor.'' Bu sözleri söylerken gözü hafiften Ata'ya kaydı. ''Aslında bu yanımızdayken bizi katil ve veremli sanmaları normal.''
''Acaba ben olmasam ne kadar dayanabilirdin süt çocuğu? Senin ekmeği bile ağzına annen veriyordur.''
''Senin ağz-''
''Yeter.'' dedim sinirle. ''Susun artık.''
Sırtımı duvara yasladım ve düşünmeye başladım. Düşünürken aynı zamanda konuşuyordum da. ''Artık asla kaçamayız. Bundan sonra gideceğimiz ilk yerde enseleniriz.''
''İyi düşünmek lazım.''
''Aynen.'' dedi Anıl Ata'nın cümlesine atlayarak. ''Senin iyi düşünmelerinin çoğu enselenmemiz ile sonuçlanıyor.''
''Daha iyi bir fikrin vardı da uygulamadık mı?''
''En azından saçma fikirlerin ortaya atılmasından iyidir.''
''Bence ayrılalım.''
İkisi de aynı ağızdan konuştular: ''nasıl?''
''Bizi üçlü olarak arıyorlar. Eğer ayrılırsak bizi bulmaları zorlaşır.''
''Sanki ayrılsak ne olacak? Yakalanma ihtimalimiz yine yüksek.''
Anıl haklıydı ama en azından birimizden birimizi kurtarabilirdik. Nedense bu kişinin Ata olmasını hiç istemiyordum.
Ata fikri kabul etmiş gibi gözüküyordu.
''Mantıklı. Sonra ortak bir yerde buluşuruz. Gitmeden size bir numara bırakırım kendinizi güvene aldığınızda bu numarayı ararsınız.''
''Ayrıldıktan sonra seninle görüşmeyeceğimize emin olabilirsin.''
Anıl'ın lafı üzerine yataktan kalktım. Tek bir tartışma daha duymak istemiyordum.
Çantamı aldım ve içini kontrol ettim. Bir eksik yok gibi duruyordu. Bundan sonrası ne kadar dayanabileceğim ile alakalıydı. Montumu giyindikten sonra çantamı sırtıma aldım.
Ata ve Anıl da giyinmişti.
''Tek tek çıkmayalım eğer evi gözetliyorsa dikkat çekeriz.'' Ata haklıydı ama yine de kapıdan çıktığımız an yakalanacağız gibi hissediyordum.
''O zaman..'' dedi Anıl düşünceli bir şekilde, kapıdan çıktığımız an dağılıyoruz.
''Sanki hiç tanışmamışız gibi.''
İstemsiz bir şekilde gözlerim dolmuştu. Anıl ile son kez sarıldıktan sonra Ata'ya döndüm.
Bir şeyler demek istiyordum ama sanki kelimeler ağzımdan dökülmüyordu. Az sonra Ata mahcup bir yüz ifadesiyle özür diledi.
''Özür dilerim.''
Bir şey söylemedim. Tek yapabildiğim yanan mumun aydınlattığı duvar parçasını izlemek olmuştu. Saniyeler içinde kafamdan birçok senaryo geçmişti. İstemsiz bir şekilde Ata ile başka şartlarda ve başka bir zamanda tanışsaydım ne olurdu diye düşünmüştüm. Ne yazık ki bunların artık hiçbir önemi yoktu. Anıl'a döndüğümde ise hiç oralı olmadığını fark ettim.
''Hadi.'' dedi Ata yavaşça kapıya yönelerek. Kapıdan çıkmadan içinde numaranın yazdığı kağıtları bize uzattı. Kağıtları telaşla aldık ve beklemeye başladık. Sanki nefesimi bırakmamak üzere tutmuştum ve hareketsiz bir şekilde öylece duruyordum.
Az sonra Ata gelmemiz için işaret verdi. Üçümüzde kapıdan çıktıktan sonra hiç konuşmadık, kafamız eğik bir şekilde sanki büyük bir günahın eşiğindeymiş gibi farklı yönlere doğru dağıldık ve bir daha arkamıza bile bakmadık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANTİNA
Ficção GeralBilinmedik bir yabancının yeni oluşturulmuş bir virüsü yayması ile birlikte zor zamanlar başlar. Bu virüs sadece bir şehrin seyrini değil kilit noktada kalmış iki insanında hayatını değiştirir...