Denizin ferahlatıcı kokusunu içine çekerken bir yandan düşünüyordu.
Kendisini şu uçurumdan atsa, denize düşüp bu mükemmel kokunun içinde boğularak ölse cesedini ne kadar sürede bulurlardı?
Ya da hiç bulurlar mıydı ki?
Sonuçta cesedini bulmak için yokluğunun fark edilip sorgulanması gerekirdi. Ama çevresinde bunu yapacak hiçbir insan yoktu. Bir dedesi vardı, o da yaşayan ölüydü zaten. Yiyor, içiyor, uyuyordu.
Aklına gelen şeyle acı içinde gülümsedi. Belki babası fark edebilirdi. Eve Nihal'in aklının kaldığı başka bir eşyayı almaya gelirse orada olmadığını fark ederdi... Gerçi genelde evde olmasına şaşırıyordu babası ama.
Bunları düşünürken o soğuk yalnızlığını bir kez daha fark etti oğlan acıyla. Kimsesi yoktu.
İçini ısıtması için cebindeki matarayı çıkarıp kafasına dikti.
Kaybedecek hiçbir şeyin yoktu ona göre. Onu kaybedecek biri de yoktu.
Gözlerini kapatıp bir ayağını uçurumun boşluğuna uzattı. İlginç bir şekilde dengedeydi, huzurlu bir dengeydi bu.
Tam o sırada oğlanın kulaklarında çınlayan o ses, gözlerimi açmasına sebep oldu. "Sinan!"
Boşluktaki ayağını yeniden zemine bastı ve derin bir nefes verdi.
"Sinan ne yapıyorsun?! Çabuk uzaklaş oradan, düşeceksin!" Kız korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Elinden gelen tek şey, bağırıp çağırmaktı.
Işık'ın bu endişeli ve yüksek sesiyle sırıttı oğlan. İstediği şeyin aslında zaten düşmek olduğunu bilmemesi ne kadar da garipti.
Denizin olduğu uçurumu arkasına alarak Işık'a döndü, yorgun bakışlarıyla kızı süzdü.
Işık bir sürü şey söylüyordu ama Sinan dinlemiyordu. Anlamlandıramadığı bir şey vardı. Neden umursuyordu ki bu kız onu?
Nedeni çok basitti. Işık'ın ona verdiği değer o kadar fazlaydı ki, sırf onun için hayallerinden vazgeçebilirdi. O yüzden şuan bu kadar çok konuşuyordu, ona olan endişesi yüzünden.
"Niye buradasın sen Işık?" diyerek bu hızlı hızlı konuşmasını böldü Sinan.
Işık huzurla gülümsedi. "Ben... Bazen rahatlamaya ihtiyaç duyuyorum. Burası o kadar huzur verici ki... Neyse, boşver beni. Asıl sen neden buradasın?"
"Neden rahatlamaya ihtiyacın olsun ki? Çok güzel bir hayatın var, derslerin güzel, ailen seni seviyor, umursuyor. Yaşamak için sebeplere sahipsin. Zaten rahat olmalısın." dedi Sinan, kızın sorusunu umursamayarak.
Işık omuz silkip gözlerini kaçırdı. "Haklısın ama tüm bunlar bazen fazla gelebiliyor işte..." Ailesinin ona yaptığı baskıyı pek fazla kişi bilmiyordu. Hatta Işık bunu kimseye anlatmıyordu. Bunları aklından çıkarıp kızgın gözlerini Sinan'ın yüzüne dikti. "Sinan konuyu değiştirme artık! Cevap verir misin, neden buradasın?"
Sinan kafasını iki yana salladı. "Sana ne? Seni ilgilendirmeyen şeylere hep burnunu sokmak zorunda mısın? Sana benim hayatıma karışma hakkını veren ne, aynı sırada oturmamız falan mı? Sebebini paylaşmak istesem paylaşırdım çoktan, demek ki o kadar da güvenmiyorum başkalarına. Seni gözümde başkalarından farklı kılacak olan ne peki? Sıradan bir insansın işte. Herkese karışıp durma, çünkü emin ol sonunda zarar gören sen olacaksın." Bu söylediklerinin sebebini kendisi bile bilmezken konuşması boyunca gözlerini diktiği Işık'ın mavi gözleri yaşlarla dolmuştu.
O yaşların akmasını engellemek ister gibi yüzünü gökyüzüne çevirdi, birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Sinan ise ifadesizce izliyordu. Kız tam gözyaşının akmadığından emin olup da yüzünü Sinan'a geri çevirdiği anda bir damla düştü sol gözünden. Bu çok sinirini bozmuştu, onu güçsüz biri gibi gösteriyordu sevdiği çocuğun karşısında. Ama kırıldığında gözlerini engelleyemiyordu.
Hemen elinin tersiyle sildi o tek gözyaşını ve Sinan'ın yüzüne bakamayarak konuşmaya başladı.
"Ben sadece destek olmak istemiştim, neden böyle davrandığını anlamıyorum. Kötü bir şey yaptığımı da sanmıyorum ama senin için aynısını söyleyemem. Başkalarını kendinden uzaklaştırmaya çalışmanın sebebi ne Sinan? Sana ne katıyor? Bir tane arkadaşın olsa ölür müsün," Gözlerini Sinan'ın gözlerine kilitledi. "...yoksa yalnızlık çok mu güzel bir şey?"
O an bağırmak istedi Sinan, hatta bağırarak deli gibi ağlamak istedi. "Allah kahretsin ki yalnızlık berbat bir şey, Işık! Şu sikik dünyadaki en kötü şey hatta! Ben istemedim böyle yalnız olmayı, ama vicdansız kader böyle uygun görmüş işte. Bağlandığım herkesin beni bırakması benim isteğim değildi. Yapayalnız kalmak benim istediğim değildi. Ama oldu işte bak. Kimsenin sevmediği biri olmanın ne demek olduğunu asla bilemezsin, bilemeyeceksin de. Ben yaşamayı hak etmiyorum Işık. O yüzden bırak da şurada acımasız yalnızlığımla rahat rahat öleyim. Ne de olsa hiçbir faydam yok buraya." diye bağırmayı o kadar çok istiyordu ki... Ama tabii ki bunları söyleyecek cesareti bulamıyordu kendinde. Onun yerine şu iki kırıcı cümleyi kurdu.
"Beni rahat bırak Işık. Ben böyle iyiyim."
Işık'ın gözlerindeki hayal kırıklığının onu bu kadar etkilemesinin sebebini asla anlayamamıştı Sinan.
Işık boğazındaki yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştı. "Pekâlâ... Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Bir daha olmaz." Kafasını eğerek yavaşça arkasını döndü ve yürümeye başladı. Tam gidiyordu ki aklına bir şey gelmiş gibi birden geri döndü.
Sıkıntıyla ofladı Sinan. "Ha bu arada, yarınki münazaraya gelmeyi unutma. Okulun seninki gibi bir..." Işık gözlerini kaçırdı, utanmış gibiydi. "...beyne ihtiyacı var."
"Sen varsın ya." diye mırıldandı Sinan ama Işık bunu anlamadı. "Anlamadım?"
"Boşver."
"Gelecek misin yani?" Sinan omuz silkti. Işık da bunun üzerine bir şey demeyerek gitti. Ne kendisi daha çok kırılacağı bir şey duymak istiyordu, ne de Sinan'ı sıkmak istiyordu.
Sinan Işık'ın arkasından bakarken düşündü: "Ben bugün ölmeyi planlıyordum, şimdi ise yarın boktan bir münazaraya katılacağım..."