𝙳𝙾̈𝚁𝚃

1.3K 69 103
                                    

Işık arkasını dönüp minik adımlarla koşarken Sinan ise arkasında kalakalmıştı. Bir şey diyemeden bakıyordu giden kıza.

Neden dili tutulmuştu? Neden garip garip hissediyordu. Cevabını bildiği hâlde kendine itiraf edememenin verdiği sinirle yanındaki masaya bir tekme attı ve cebinden metal matarasını çıkarıp kafasına dikti. Sonra mırıldandı: "Çekilmiyor işte, bak." Ve dayanamayarak sessizce Işık'ın peşinden gitti.

Işık ise kütüphaneye varmıştı. Sözleştikleri gibi ders çalışıyorlardı ama Işık bir türlü konsantre olamıyordu. Aklına sürekli Sinan'ın söyledikleri geliyordu. Ne kadar da güzeldi... Kim bilir nereden biliyordu tüm o duyguları? Sormaya da cesaret edemiyor, kendisine kızar diye korkuyordu. Zaten gelecek cevapla kırılacağından da emindi. Sinan onu terslemese bile ya âşık olmadığını söyleyecek, ya da kendisini sevmediğini öğrenecekti Işık.

"Işık, iyi misin?"

Işık başını iki yana sallayarak düşüncelerini dağıtmaya çalıştı. "Evet, iyiyim tabi ki. Niye sordun ki?"

Çocuk güldü. "5. soruşum bu da, o yüzden. Hem de daldın gittin."

"Ben.. evi düşünüyordum da. Annem ne yemek yapmıştır acaba diye."

Çocuk kaşlarını kaldırdı. "Bana dürüst olabilirsin Işık. Biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum Doruk ama dürüstüm zaten." dedi Işık yalan söylemenin verdiği rahatsızlıkla.

Doruk elini kızın masada duran elinin üstüne koydu. "Emin misin?"

Işık tedirginlikten etrafına bakındı, Doruk ile aralarında bir şey gerçekleşmesini istemiyordu. Tam o sırada gözü kapıda duran Sinan'a kaydı. Aniden ayağa kalktı, kalkarken de elini çekti.

"Sinan? Ne yapıyorsun sen burada?"

Sinan'ın gözlerine bakıyordu ve küçücük bir duygu kırıntısı yakalamıştı Işık orada. Hüzün. Minicikti. "Araştırma yapacaktım ama gerekli bilginin zaten gözümün önünde olduğunu fark ettiğime göre gidebilirim."

Işık ne demek istediğini tam anlayamasa da, kütüphaneden çıkan ve okul çıkışına doğru sinirli sinirli yürüyen Sinan'ın peşinden koştu. Küçük adımlarıyla ona yetişmeye çalışıyordu. "Sinan dursana! Ne demeye çalıştın? Yardım mı isteyecektin? Eğer öyleyse seve seve-"

Sinan aniden durup Işık'a dönünce aralarında birkaç santim kalmıştı. "Yardım falan istemiyorum Işık, şu düşünceyi aklından çıkar artık! Ben senin bakmak için vicdan azabı çektiğin yetim bir çocuk değilim! Yeter! Sana kaç defa beni rahat bırak demem gerekiyor? Hiç utanman yok mu? Bu nasıl bir yüzsüzlük, anlayamıyorum! Git dedikçe daha çok yapışıyorsun. Ne yani, beraber bir etkinlikte bulunduk diye çok mu yakın olduk Işık? Ben cevao vereyim, hayır! Ben yalnızlığı seviyorum, zaten hayatım boyunca yalnız olmaya da mahkûmum tamam mı?" Sinirle ve hızla söylediği her kelime Işık'ın kalbine atılan bir mermi gibiydi. Şimdi kalbi delik deşikti Işık'ın. Sinan istemeyerek ama farkında olarak parçalamıştı kızın kalbini. Onun 'beni bırakma' diyiş stili böyleydi.

"Sen yalnız yaşamaya mahkûm falan değilsin." dedi Işık gözlerindeki yaşları silerken. "Sen sadece öyle sanıyorsun. Önüne çıkan, seni seven kişileri kendini inandırdığın yalanlarla kovuyorsun. Aslında izin versen yalnızlığını giderecek insanlar da olduğunu göreceksin ama sen sadece o ördüğün aptal duvarla kendini o her zaman deli gibi istediğin ilgiden korumaya çalışıyorsun."

Sinan kızın dedikleriyle hayrete düşmüştü. "Sen bunu bilemezsin. İçimde ne olduğunu görüyor musun, hayır-"

"Evet, görüyorum! Dudakların yalan söylese bile, gözler kalbin aynasıdır derler. Ne kadar saklamaya çalışsan da görüyorum ben o yalnız, üzgün bakışları." Işık bağırarak söylediği bu cümlelerden sonra derin bir nefes aldı. Artık silmiyordu göz yaşlarını, akmalarına izin vermişti. "Ben hayatım boyunca duygusal biri oldum. Ama hiç kimse veya hiçbir şey beni, senin ağlattığın, kırdığın kadar üzmedi Sinan. Bunu bir düşün."

Sınıfa dönen Işık arkasında siniri pişmanlığa dönen bir adet Sinan bırakmıştı. Çocuk dizlerinin üstüne düşüp bağıra bağıra ağlamaya başladı. Daha önce hiç sevilmemişti evet, ama kendisine bahşedilen o şeyi bu şekilde elinin tersiyle nasıl ittiğini o an fark etti Sinan. Sevmeyi bilmiyor olabilirdi, ama en azından bir insanın sevdiği bir insanı kasten kırmamaya çalışacağını tahmin etmeliydi. Işık'ın cümleleri yankılandı zihninde. "Hiç kimse veya hiçbir şey beni, senin ağlattığın, kırdığın kadar üzmedi." Bunu duymak bile Sinan'ın canını bu kadar yaktıysa, Işık'ın ne kadar kırıldığını tahmin edemiyordu.

Kalkıp yavaşça, kendi aptallığına küfrede küfrede yalısına döndü. Her seferinde aynı şeyi yapıyordu bu kıza. Ne zaman yardım etmeye çalışsa bağırıyor, kalbini kırıyordu. Gözünde acınası bir hâl almak istemiyordu belki, gururu yüzündendi ya da. Ama kız onu sürekli affetmiş, hep bu tavırlarını görmezden gelip hoşgörüyle karşılamıştı. Sinan ise buna 'yüzsüzlük' demişti.

Daha fazla düşünmemek için matarasından büyük yudumlar aldı Sinan. Beyninin uyuştuğunu hissetti. Hiç yabancı değildi bu his, hep vardı hatta.

Işık ise yine kırgındı. Kırıldığı için de sinirliydi. Bu sinirini engelleyecek bir şeyi yoktu Sinan gibi, ama en azından ağlayarak rahatlayabilirdi belki. Kızlar tuvaletine gitti. Hayatında hiç ağlamadığı kadar kırgın bir şekilde ağladı. Lavabonun başında dururken tuvaletin kapısı açıldı. İçeri giren kız yanındaki lavabonun karşısına geçip aynadan kendine bakarak saçlarını düzeltti. Işık onu fark edememişti, ama kız onu fark etmişti tabi ki. Gördüğü anda kaşları çatıldı ve elini Işık'ın omzuna koydu.

"Işık? Ne oldu sana?" dedi endişeyle.

Işık ağlamaktan kızaran yüzünü Eda'ya çevirip anında başını onun göğsüne gömdü. "Eda..."

Eda kızın yorulmasını istemediği için "Şşş, tamam sonra anlatırsın. Gel bizim eve gidelim bir şeyler içelim. Sen bu kafayla boktan dersleri de anlayamazsın zaten." dedi Işık'ın saçlarını okşarken. Işık ilk başta itiraz edecek gibi oldu ama sonra kabul etti ve birlikte sarılarak tuvaletten çıkıp Eda'nın evine kadar yürüdüler.

Sokakta onlara garipseyerek bakan insanlara aldırmıyordu Işık. Ya da cevap verecek hali yoktu, ağlamaktan bedeni yorgun düşmüştü. Zaten Eda onun yerine gerekli cevapları veriyordu: "Ne bakıyorsunuz be?! Hiç mi ağlayan insan görmediniz?! Siktirin gidin işinize!"

Eda evine geldiklerinde anahtarı deliğe sokup bir kez kilitlenmiş olan kapıyı açtı. Beraber içeri girdiler.

Eda anahtarı anahtarlığa atarken "Ayakkabılarını çıkarma boşver, geç otur şöyle geliyorum ben." dedi.

Işık önce ellerini yıkamaya gitti, ne zaman dışarıdan gelse böyle yapardı. Daha sonra yüzünü yıkadı. Gözyaşlarıyla çeşme suyu karışmıştı artık. Işık biraz sakinleştiğini hissedip içerdeki koltuğa oturdu.

Eda'yı elinde bira şişeleriyle görünce gözlerini kocaman açtı. "Yok Eda sağ ol, ben almayayım."

Eda gülümsedi. "İç iç, rahatlarsın."

𝑈𝑐̧𝑢𝑟𝑢𝑚 ✤Işık & Sinan✤Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin