episode 5: hem cehennem hem cennet avucumuzda.

343 61 21
                                    

Yan odada uyumakta olan Donghyuck'u düşünüyordum. Şu an o ailenin evindeydik, ben kız kardeşlerin odasında o ise erkek kardeşlerin odasında kalıyordu. Hava aydınlık olduğu için uyumakta zorlanıyordum ama saat çoktan ilerlemişti. Dünya dönmediği için gece-gündüz olayımız da yoktu.

Acaba o uyumuş muydu?

Yataktan kalktığımda onun çıkardığı sesleri duyup geri yatağa hızla gömüldüm. Nefesini hissetmiştim sanki anında. Odada yavaş yavaş yanıma geliyordu. Onda katil tipi yoktu, çok samimiydi. Ama beni öldürmesine bile göz yumabilirdim katilse.

Yanı başıma çöktüğünü zeminin tıkırtısından anladım. Kollarını hemen biraz kolumun kenarına yerleştirmişti. Gözlerim sımsıkı nasıl nefes alacağımı bilmiyordum.

"Sen olmasaydın sonunda kendimi belki öldürebilirdim. Başımı sıkmayan bir insan olmayınca da hayat çekilmez oluyormuş."

Fısıldarcasına konuştuktan sonra sustu. Beni incelediğine yemin edebilirdim. Bir saat gibi bir süre sonrasında başını kolumun üstünde hissettim. Birinin ilk defa bu kadar çaresiz olduğunu görüyordum. Gözlerimi açıp iki büklüm olmasın diye uyandırmadan bir şeyler denemek istedim ama uyandığında yerde olmazsa utanıp sıkılacaktı canı onu fark ettiğim için. Birbirimizi tanımadığımızdan odaları ayırmak zorunda kalmıştık. Yoksa ben de çok isterdim aynı yerde uyumak, yabancıydık. Eğer aynı yerde uyusaydık birbirimizi hissedebilirdik. Nasıl odaya girişinde anladıysam, bir nefesin daha benimle alışı olması rahat hissettirirdi. İnsana nasıl da hasret kalmıştık aylar içinde?

Uyanana kadar gönlüm el vermese de uyanıp odasına gitmesini bekledim. Gözlerini açtığında gözlerimi kapattım. Sanırım sabah olmuştu, aradan uzun bir süre geçmişti çünkü. Sessiz olsa da hiçbir yerden ses gelmiyordu zaten. Odasına küfür ede ede gittiğini duydum. Kıkırdayarak gözlerimi bu sefer uyku için kapatıp alana kadar da uyanmadım. Uyandığımda ise Hyuck'un içeride beni beklediğini gördüm.

"Yatağını topladın mı?"

Kafamı sallayıp ellerimi yüzümü yıkamak için dışarıya çıktığımda kuyudan çıkarılmış sudan yüzüme tuttum.

Kapının pervazına yaslanmış beni izliyordu.

"Ne yapacaksın?"

"Ben de sana onu soracaktım. Ne yapmak istersin?"

"Ben sadece seninle konuşmak istiyorum. Sen nereye istersen gelirim. Şimdi bunu değil aç karnını doyurmayı düşünelim istersen."

"O zaman bu evden ayrılıyoruz."

Hemen içeri koştuğunda arkasından gidip ne yaptığını anladım. Masaya bir not ve araba anahtarını bırakmıştı. Göz ucumu nota deydirdiğim an kızarak bağırdı.

"Mark! Onu sana yazmadım. Senin arabanı kullanacağımız için burada bıraktım çünkü dünya normale dönene kadar seninle takılacağımı düşündüm."

Keşke sonsuza kadar dünya dursaydı da onunla takılsaydım, gülseydik, bana böyle kızsaydı... Dur Mark! Neler düşünüyorsun oğlum sen böyle? Ayrılınca işim zor olacak anlaşılan. Bir günde alışmıştım ben ona. Güzel yaz hüzünü de kalkardı rafa herkes gibi.

Olumlu bir şekilde kendi düşündüklerime karşın başımı sallayınca beni kendime getirmek için iki kelimesi yetti.

"Gitmiyor muyuz?"

"Evet, tabi."

Araba biraz ilerideydi. Ben yürürken o da arkamdan geliyordu. Ne de iyi olmuştu üstü açık araba almam! Hız yaptığımda uçuşacak saçlarını görmek zevkli olacaktı.

Gönlümü ne çabuk kaptırdım bu oğlana diye düşünmeye başladım arabaya bindiğimde. Her hareketimi izliyordu dikkatle. Ben ise onun gözlerindeki parıltıları izliyordum. "Araban çok havalı dostum." Sırıtarak söylediğinde çalıştırıp "Bir de hız yapınca gör sen." diyerek göz kırptım. Gülünce sanki kalp krizi geçirecek gibi hissediyordum.

Ağır ağır ilerlerken fark etmeden yüklenmiş ve hızlanmaya sebep olmuştum. O sırada Hyuck'un bedeni donukken ona böyle gönlümü hızla, aynı arabanın hızı gibi, kaptırabilir miydim diye düşünüyordum.

Bundan pek memnunmuş gibi gerinip bana kaçamak bakışlar atarak yolu izliyordu. Gerçekten nefesim kesiliyordu. Bana ne yaptığının farkında mıydı acaba?

Bir anda beni irkilterek konuştu. Frene basmama sebep olmuştu.

"Sen yemek yemedin?!"

Gülümseyip kendime ayırdığım ama bize yetmeyecek olan arkadaki koltuğun üstünü gösterdim.

"Araba hareket hâlinde iken yemeyeceksin ya?"

Tam da bunu yapacaktım.

"Kim var ki?"

"Ya hayvanın biri önümüzde donup kaldı ise?"

"Pekâlâ,  biz de gaza yüklenmeden gideriz."

Onaylayıp arkaya eğilerek bir hamburger ve kola uzattı. Yine de içi rahat değildi. Hava sıcaktı doğrusu, hamburgerin bozulmadığına şaşmalıydık. Ama dünyayı durduran Tanrı neler yapmazdı? O da arkadan bir tane içecek alıp önüne döndü.

Hamburgeri neredeyse ağzıma tamami ile tıkayıp bitirdiğimde Hyuck elindeki teneke kutudan yavaş yavaş yudumluyordu içeceğini.

Böylece yemek faslı bittiğinde yollarda saatlerimizi harcayabilmiştik. Lastikler asfaltla dans ededursun, Hyuck yorulmuş gibiydi.

"Yoruldun mu?"

"Biraz olabilir."

Esnerken gözleri uykuyla benim aramdaydı.

"Omzuma yaslan, bir sonraki yere daha çok var. Uykundan feragat etmeni istemiyorum sırf yol yüzünden."

"Teşekkür ederim. Gerçekten teşekkür ederim."

Kafasını omzuma yasladığında hız yaptıkça gelen kokusu ile mayışıyordum. Yolculuk hiç bitmesin istedim, bu anın tadını doyasıya çıkarmak... Ama hız yaptıkça gelen kokusuna hiçbir şeye değişmezdim. Bugün nişanlımla tekrar barışmak istemedim, annem ve babamın azarlamasını dinlemek de. Çünkü Donghyuck'u tüm bu olan şeylere rağmen tanımak çok güzeldi.

emniyet 66 | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin