Sabaha karşı saat 5 suları. Teninde hissettiği ölü soğukluğu ve adımlarını atarken, küçük bir çocuğun kemikleri kadar kırılgan dallardan çıkan çıtırtılar. Ne gibi bir tehlike ile karşılayacağından habersiz yoluna devam eden acemi bir avcı. Acemi diyorum, çünkü; henüz bu alışkanlığı edineli bir yıl ya oldu ya da olmadı. Anlayacağınız gibi asıl mesleği bu değildi. Yaklaşık beş yıldır babasının ona miras bıraktığı iş yerini işletiyor, ara sıra vakit buldukça kendini doğanın tekinsiz kollarına bırakıyordu. Hayatın ne getireceği belli olmazdı. Belki eski atalarının tenha bir yere gömdüğü ve bulunması için kimsenin kolay kolay fark edemeyeceği işaretler bıraktıkları eski bir gömüyü bularak, bu ekonomik sıkıntılardan kurtulabilirdi. Şans... Ona asla uğramayan antik bir fahişe! Bu düşünceler kafasından akıp giderken nefesinin kesilmeye başladığını hissetti. Biraz dinlenmeliydi. Çok değil, 5-10 dakika.
Çürümeye yüz tutmuş, ölü bir ağacın altına oturdu. İç cebinden çıkardığı kumaş torbadan bir iki tutam tütün ve ince kağıt çıkararak ciğerlerini onurlandırma seremonisine başlamak için kollar sıvadı.
"Çok değil, sadece 3 yıl daha. O aptal kadına doktor sadece 3 yıl hayat biçti."
Aceleyle hazırladığı ölüm çubuğunu tamamlamak için bir iki küçük dil darbesi ve işlem tamam.
"Daha sonra bu salak işten de bu geberesi kadından da kurtulmuş olacağım!"
Çakmak, çakmak neredeydi?! Elleriyle ceplerinin hepsini teker teker yokladı. Tam tamına 8 adet cebi mevcuttu. (Hatta bir tanesinde küçük kuzeninin ona uğur getirmesi için verdiği plastik banyo ördeği bile vardı)
Ceplerinde ne çakmak ne de kibrit vardı. O halde bu lanet sigarayı nasıl yakacaktı ki?! Çakmak taşı ile ateş yakmak çok uzun sürerdi. En azından onun istemediği kadar uzun.
Not: Çakmak taşı dünyanın en aptal nesnesidir!
Sinirlenip tütün kesesini yere fırlattı. Ardından tok bir ses duyuldu. Kesenin düştüğü yerde bulunan taş sebebiyle çıkan bir ses. Sanırım çakmak içindeydi. Kesenin ağzı, uğursuz, yaşlı bir hayat kadınının ağzı gibiydi. Önce işaret parmağını içeri soktu, ardından orta parmağını. Daha sonra diğer elinin parmaklarından destek alarak o aptal fahişenin ağzını tamamen aralayıp elini içeri daldırdı ve çakmağı boğazının derinliklerinden söküp aldı. Tütünün tadı nefisti.
Ağacın altına ilk oturuş biçimi iki ayağını uzatacak biçimdeydi. Ama daha sonra bir ayağını diğerinin altına katlayıp eklemlerinden çıkan o rahatlatıcı kütürtüyü hissetti. Aklından tonlarca şey geçiyordu. Bu geçişler, adeta birbiri ardına ıslık öttürüyor ve arkasından lanetler savuruyordu. Hayat yaşamaya değer miydi? Bir anlamı var mıydı? Hayata bağlı mıydı? Onu bağlayacak biri var mı yoksa bir gün karşısına çıkacak mıydı?
Aklına üniversite yıllarında dersine giren fizik profesörü gelmişti. Kendisi kimya bölümünde yüksek bir ortalama yaparak başarı ile ilerliyordu fakat psikolojik nedenlerden dolayı bırakmak zorunda kalmıştı. Profesörü ile zaman hakkında derin tartışmalara giriyor. İşin fiziğini tam olarak kavrayamasa da, zamanın felsefesini kendi mantığınca anlamaya çalışıyordu. Zamanın çok uzun yıllar boyunca mutlak olduğunu iddia etmişti insanoğlu! Daha sonra meymenetsiz bir Yahudi bunun böyle olmadığını öne sürdü. Kağıt, kalem, beyin, daktilo, sayılar... Matematiksel ispatlar ve deneysel sonuçlar. Bam! Zaman mutlak değilmiş. Binlerce yıllık inanış. Bu inanış üzerine kurulmuş düşünceler, teoriler, efsaneler birden birer çocuk masalına dönüşmüştü. Kara tahtaya sürtülen tebeşirden çıkan o iç gıcıklayıcı ses!
Ve karşısındaki güzel ama bir o kadar da aşüfte kızdan yayılan, teriyle karıymış mayhoş parfüm kokusu. Neden terlemişti? Yoksa ondan nefret eden asalak erkeklerden biriyle ders arasında seviştiği için mi?! Sigarası üç nefes sonra bitecekti. Styx nehrinde, Charon o antik kayığının küreklerini çekerken kemikli götünün alacağı şekli görmek için sabırsızlanıyordu. Evet! Şüphelendiğiniz gibi kendisi Yunan tanrılarına inanıyordu. Ölü bir inanış. Ölü bir dinsel sistem. Tıpkı annesinin 3 yıl sonra olacağı durum gibi. Ölü ama onun için bir o kadar da hayat dolu. Ölü ama benliğinden silinmeyecek şekilde ölümsüz. Geçen ay şarap ve eğlence tanrısına bir horoz adamıştı. Yarı kör bıçağı dinozor bozması varlığın boğazına bir kere sürtmesi ile kanın zemine oluk oluk akması bir olmuştu. Aniden! Sonuçta kan basıncı denilen bir kavram vardı. Siktiğimin fizik kanunları!
Sigarasından son bir nefes daha çekip ayağa kalktı. Katladığı ayağı uyuşmuştu. Bu yüzden ilk birkaç adımı yalpalayarak attı. İzmariti olası orman yangınlarını önlemek için ölü ağacın pürüzlü gövdesine hızla sürtüp ardından yere attı. Artık gitme vaktiydi. Bir iki tavşan (veya tilki, sonuçta hepsi tüylüydü) öldürse günü kurtartmış sayılacaktı. İçinden, ormanda Artemis ile karşılaşmamayı dilemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Musluk
Gizem / GerilimOrmanın derinliklerinde bulunan, tekinsiz bir kulübe. Kulübenin içinde; günün sadece belirli saatlerinde çok kısa bir süre akıp, ardından eski sessizliğine bürünen uğursuz bir musluk. Ondan bir yudum almaya hazır mısın?