O yere gitmesinin üzerinden bir hafta geçmişti. O tat damağına bir büyücünün dudaklarından dökülecek en ölümcül lanet gibi zerk etmişti adeta. İçtiği hiçbir sıvı o hissin yerini alamaz olmuştu. Bir hafta boyunca onlarca şişe alkol bitirdi bilinçsizlik arzusu uğruna. Hatta bir keresinde işletmiş olduğu dükkanda sızıp kalmış, onu ayıltan ise eski bir müşterisi olmuştu. Yanında getirdiği bir çift ayakkabıyı kısa sürede tamir edip edemeyeceğini sormuştu. Ve şimdi yine aynı yerdeydi ve saat 6'ya gelmek üzereydi. Gözlerini dikmiş köhne tezgahın üzerindeki harap ama bir o kadar da mucizevi cisme bakıyordu. Bu sefer yanında dört adet matara getirmişti, fakat içleri boştu. Onları tanrıların içeceği ile tıka basa dolduracak, ardından kendisine bir şölen hazırlayacaktı. Gerçekten tanrıların içeceği bu olabilir miydi? Basit bir ölümlüyü ilahlaştıracak paha biçilmez madde. Tabii ki kendisi gibi aciz bir varlığa tek seferde kudret kazandıramazdı! Gülünçtü bu, çünkü kendisinde tanrılara yakışacak hiçbir özellik göremiyordu. Saatine tekrardan baktığında vaktin gelip çattığını gördü. Musluk bir atom saati kadar kusursuz olmalıydı ki hiç gecikme yapmadan tüm kudreti ile lütfunu akıtmaya tekrardan başladı. Vakit kaybetmeden elindeki mataralara tutkunu olduğu o sıvı ile doldurmaya koyuldu. İlk matara dolmuştu. Ardından ikincisi ve son matara. Sonuncusunun ağzını sıkıca kapattıktan sonra, avcunu bir tas haline getirerek kendini tanrıların seviyesine mazhar etmeye başladı. Bedeni adeta zevk içinde eğilip bükülüyor, ağzından şehvet dolu iniltiler yükseliyordu. Kısa süre sonra olan yine olmuştu. Musluk tekrardan çöl kuruluğuna geri dönmüştü. Hışımla musluktan geri çekildi. Çatık kaşları ve nefret dolu bakışlarıyla adeta ona meydan okuyordu. Onu bir o kadar seviyor, sanki bir o kadar da nefret ediyordu şimdi. O tanrıların içeceğinin aracısıydı. Birden aklına ağzına kadar doldurduğu mataralar geldi ve hemen onlara sarıldı. Kapağını açıp, ağzına götürdüğünde çoktan kurumaya yüz tutmaya başlamış diline bir damla dahi gelmemişti. Mataraların hepsi boştu. Tanrıların içeceği stoklanamazdı.
Bir sonraki hafta yine aynı gün ve aynı saat oradaydı. Buraya bu sefer arabası ile değil bisikleti ile gelmişti. Susuzluğu dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Yakında ölümsüz olarak Pantheon'da bir taht sahibi olacaktı. Belki ileride yüce Artemis'in yerine geçebilirdi! Sonuçta doğa ile iç içe olmayı seven birisiydi. Veya zanaat yetenekleri ile Hephaistos'u emekliye ayırabilirdi. Bu düşünceleri onu sarkastik bir gülüşe doğru sürükledi. Tıpkı dalgaların kumsala vurması gibi. Saatinin alarmını tam 06.00'a kurmuştu ve zaman gelip çattığında kulakları tırmalayan elektronik ses ile musluktan çıkan ses birbiri ile yarışıyordu. İki dakika boyunca bir haftanın (onun için binlerce yıla bedeldi) hasretini giderdi. Evet, kendisine bahşedilen süre iki dakikaydı. Bunu sonunda fark etmişti.
Bu tutumu haftalar boyunca sürdürdü. Sürdürmekte zorundaydı. Başka seçeneği yoktu. Ölümsüzlük yolunun kolay olmadığını kitaplardan tam olarak öğrenemez, bizzat kendisi deneyimlemek zorundaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Musluk
Misteri / ThrillerOrmanın derinliklerinde bulunan, tekinsiz bir kulübe. Kulübenin içinde; günün sadece belirli saatlerinde çok kısa bir süre akıp, ardından eski sessizliğine bürünen uğursuz bir musluk. Ondan bir yudum almaya hazır mısın?