Kısım Bir | Bölüm Yirmi

87 5 0
                                    

Kentin babası ve velinimeti emniyet müdürünün evinde toplanan memurlar, son zamanlarda sürdürdükleri stresli, kaygı dolu yaşamın kendilerini nasıl zayıflattığını görme fırsatı buldular. Gerçekten de yeni bir genel valinin atanması, alınan son derece ciddi içerikli iki yazı ve nereden kaynaklandığı belirsiz bütün bu söylentiler hepsinin üzerinde belirgin izler bırakmıştı: Çoğunun frakı üzerine bol geliyordu. Hemen hepsi zayıflamıştı: Mahkeme başkanı zayıflamıştı, sağlık müfettişi zayıflamıştı, savcı zayıflamıştı, hiçbir zaman soyadı söylenmeyen, işaretparmağındaki yüzüğünü sürekli kadınlara gösterip duran Semyon İvanoviç diye biri vardı, o bile zayıflamıştı! Her yerde hep olduğu gibi burada da kendini kapıp koyuvermemiş yürekli birileri çıktı, ama sayıları pek azdı. Daha doğrusu yalnızca posta müdürü. Bir tek o hiç değişmemişti, böyle durumlarda hep yaptığı gibi yine şöyle dedi: "Biz genel valileri iyi biliriz! Biri gider, biri gelir... Ama ben otuz yıldır burada, yerimde oturup duruyorum!" Onun bu sözü üzerine ötekilerin söyledikleri şu oldu: "Helal olsun, şprehen zi deyiç İvan Andreyiç, seninkisi posta işi: Mektup topla-mektup dağıt. Canın isterse, daireni bir saat önce kapat, gönderisini geciktirmiş tüccardan teslim zamanını belirtmeden gönderi alırsın, hiç gönderilmeyecek yerlere hiç gönderilmeyecek mektupları gönderirsin... Yanlış anlama, bir şey dediğimiz yok. Ama işte şeytan sana uğramayı alışkanlık haline getirmiş! Biliyoruz, sen istemiyorsun, zorla orana burana sıkıştırıyorlar senin. Şunun şurasında bir oğulcuğun var, ama Praskovya Fyodorovna'ya Tanrıdan bir bereket gelip de her yıl ya bir Praskuşka ya bir Petruşka sökün ettirse ne olurdu halin?" Memurların söyledikleri bunlardı. 

İyi güzel de, şeytana karşı koyabilmek gerçekten de mümkün müdür? Bu konuda bir yargıda bulunmak yazarın işi değildir. Sıradan halkın fikir feraset dediği ve böylesi topluluklar için zorunlu olan şeyden eser yoktu burada. Gösterişli toplantılar pek bize göre değil gibi sanki. Sıradan köylülerin düzenledikleri toplantılardan bilginlerin toplantılarına dek, herkesi yöneten bir baş yoksa eğer, toplantıya müthiş bir kargaşa egemen olur. Bunun neden böyle olduğunu söyleyebilmek pek kolay değil. Herhalde halkımız böyle bir halk. Bir tek yemeli içmeli, şu Almanlarınkine benzer, kulüp işi sazlı sözlü toplantılar başarıya ulaşır bizde. Rusya'da herkes her an toplantı yapmaya hazırdır. Aklımıza eser, hemen bir hayır derneği kurarız! Ya da yardım ve yaşatma derneği! Ya da kim bilir ne derneği... Amaç güzel olmaya güzeldir de hiçbir sonuç vermez. Bunun da nedeni daha baştan tatmin olmamız, girişimimizi yeterli bularak, amaca ulaştığımızı, her şeyin yapılmış olduğunu düşünmemizdir. Örneğin, yoksullar için bir hayır kurumu kurduk ve buraya yüklüce de bir yardım topladık; bu hayırlı girişimi kutlamak için hemen kentimizin büyüklerine bir yemek veririz, toplanan paranın da yarısı böylece uçar gider.

Paranın kalan yarısıyla da kurduğumuz hayır derneği için gösterişli bir daire kiralarız, buranın ısıtması, dayanıp döşenmesi için paralar harcar, başına da bir bekçi dikeriz; geriye yoksullara dağıtmak için beş buçuk ruble kalır, burada da bu paranın yoksullara nasıl dağıtılacağıyla ilgili olarak üyeler arasında kavga çıkar, kimi vaftiz anasını, kimi de başka bir yakınını aday gösterir. Sözünü ettiğimiz toplantı, kesinlikle bu türden bir toplantı değildi. Bir zorunluluk sonucu toplanmışlardı memurlar; yoksullara yardım türünden yabancı birileriyle ilgili değildi toplantı, doğrudan memurların kendilerini, tek tek her birini ilgilendiren bir durum vardı ortada. Bir felaket, büyük bir tehlike söz konusuydu ve hepsini aynı ölçüde tehdit ediyordu bu tehlike; dolayısıyla isteseler de istemeseler de birlikte olmak, birbirine sımsıkı kenetlenmek zorundaydılar. 

Gel gelelim anlaşılmaz bir durum çıkmıştı yine de ortaya. Bu tür toplantılarda her zaman rastlanılan görüş ayrılıklarından söz etmiyoruz; toplantıya katılanlarda tuhaf, anlaşılmaz bir kararsızlık gözleniyordu: Örneğin biri çıkıp sahte para basan kişinin Çiçikov olabileceğini söyledikten hemen sonra, "Ama belki de o basmamıştır," diyebiliyordu; bir başkası çıkıp Çiçikov'un yeni genel valinin özel bürosundan bir görevli olabileceğini söylüyor, hemen ardından da: "Yine de şeytan bilir neyin nesi olduğunu! Kavun değil ki dibini koklayasın!" diye ekliyordu. Çiçikov kılık kıyafet değiştirmiş bir haydut olabilir mi sorusuna ise herkesin verdiği yanıt aynıydı: Hayır, olamazdı; çünkü ilk bakışta iyi niyetli bir insan olduğu anlaşılıyordu, ayrıca konuşmalarının da hiç öyle hayduta benzer bir yanı yoktu. Bir süredir derin düşüncelere dalmış gibi duran posta müdürü, birden içine bir şey mi doğdu, yoksa bambaşka bir şeylerin etkisiyle mi:

Ölü CanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin