Kısım Bir | Bölüm On Altı

73 4 0
                                    

İki kumru gösterecek

Sana soğumuş cesedimi

Anlatacak kederli ötüşleri

Nasıl ağlaya ağlaya öldüğümü

Son dizede ölçü bozuluyordu, ama hiç önemi yoktu bunun: Bir dönemin ruhunu yansıtıyordu mektup. Ne imza, hatta ne de tarih vardı. Yalnız postscriptum'da, Çiçikov'un kalbinin mektubu yazanı hissedeceğinden ve mektup sahibinin valinin yarınki balosunda bulunacağından söz ediliyordu.

Mektup bayağı ilgisini çekti Çiçikov'un. İmzasız mektupta öyle gönül çelici, öyle merak uyandırıcı, kışkırtıcı sözler vardı ki mektubu ikinci, hatta üçüncü kez okuduktan sonra, "Böyle bir mektubu kimin yazdığını bilmek ilginç olurdu," dedi. Kısacası, iş sanki gitgide ciddileşiyor gibiydi. Bir saatten fazla hep bu konuyu düşündü, sonunda ellerini iki yana açıp başını eğerek: "Çok tumturaklı bir dille kaleme alınmış!" dedi. Sonra kendiliğinden anlaşılacağı gibi, mektup katlanıp, yedi yıldır aynı yerde duran bir düğün davetiyesiyle bir afişe komşuluk etmek üzere küçük tahta sandığa kaldırıldı. Az sonra da gerçekten valinin vereceği balonun davetiyesi geldi: Bütün taşra illeri için olağan karşılanması gereken bir durumdur bu: Vali olan yerde balo da olur, yoksa soylular valiye duymaları gereken sevgi ve saygıyı duyamazlar.

Bir anda bütün öteki işler ötelendi, ertelendi; pür dikkat balo hazırlıkları başladı. Yeterince haklı nedenleri vardı bunun. Dünya var olalıberi kimseler giyim kuşama bu kadar zaman harcamamıştır herhalde. Yalnızca aynada yüzün incelenmesi için koca bir saat gitti. Ayrı ayrı pek çok ifade verilmeye çalışıldı yüze: Ağırbaşlı, vakur, saygın (ama hafif güler yüzlü), saygın (ama gülümsemeden, ciddi). Hiç Fransızca bilinmemesine karşın Fransızcayı andıran bir şeyler mırıldanarak aynaya karşı birkaç selam da verildi. O arada kendine hoş sürprizler yapmayı da ihmal etmedi: Kaşlarını kaldırdı, dudaklarını büzdü, hatta dilini bile çıkardı: Kısacası, keyfi yerinde birinin, gözetlenmediğinden emin bir şekilde, yalnız kaldığında yapabileceği her şeyi yaptı. Sonunda çenesine bir fiske atıp, "Şirin şey!" dedi. Giyinirken keyfine diyecek yoktu: Pantolon askılarını takarken ya da kravatını bağlarken reveranslar yaptı, selamlar verdi, hatta hayatında hiç dans etmemiş olmasına karşın, havaya sıçrayıp ayaklarını birkaç kez birbirine çarpma hareketini yaptı. Bu figür masum bir kazayla sonuçlandı: Komodin sallandı, masanın üzerindeki fırça yere düştü.

Baloda daha göründüğü anda müthiş bir ilginin odağı oldu. Herkes onu karşılamak için atıldı: Kiminin elinde oyun kâğıtları vardı, kimi de konuşmasını en heyecanlı yerinde kesti: "... ve bir alt mahkemenin buna verdiği karşılık..." Ancak, bir alt mahkemenin ne karşılık verdiği öğrenilemedi, çünkü olayın anlatıcısı, kahramanımızı gördüğü anda her şeyi unuttu, selamlamak için ona doğru atıldı: "Pavel İvanoviç! Aman Tanrım, Pavel İvanoviç! Sevgili Pavel İvanoviç! Saygıdeğer Pavel İvanoviç! Ruhum Pavel İvanoviç! Geldiniz ha Pavel İvanoviç! İşte o, ta kendisi, bizim Pavel İvanoviç! İzin verin de sizi bir bağrıma basayım Pavel İvanoviç! Buraya yollasanıza onu, sımsıkı bir sarılıp öpeyim şöyle sevgili Pavel İvanoviç'imi!" Çiçikov aynı anda birkaç kişi tarafından kucaklanmış buldu kendini: Daha yargıcın kollarından kurtulmadan, bir baktı emniyet müdürünün de kolları arasındaydı; emniyet müdüründen sağlık bakanlığı müfettişine, müfettişten mültezime, mültezimden mimara geçmişti ki bir elinde şeker kâğıdı, öbür elinde finosu, kadınlarla konuşmakta olan vali gördü kendisini, gördüğü anda da elindekileri yere attı; kısacası, yere atılan finonun ciyak ciyak bağırması sayılmazsa, gelişi genel bir sevinç yarattı. Herkesin yüzünde ya doğrudan hoşnutluk ya da da genel hoşnutluğun yansıması okunuyordu. Odalarına büyük bir amir gelen memurların yüzlerinde de rastlanır aynı şeye. İlk tedirginlik, ilk korkular geçmiş ve amir de bazı şeyleri beğenmişse, üstüne bir de şaka yapmış, yani gülümseyerek hoş bir şeyler söylemişse, amirin hemen yakınındaki memurlar ondan iki kat fazla gülerler; amirin sözlerini pek iyi duyamayan biraz uzaktaki memurlar da yine içten bir neşeyle gülerler; uzakta, ta kapının orada duran ve hayatında bir kez bile gülmemiş, hatta az önce kapı önündeki halka yumruk sallamış olan polisin bile, değişmez yansıma yasası gereğince, sert bir enfiyeden sonra aksırmaya hazırlanan birinin buruşturduğu yüzünü andıran bir gülümseme belirir yüzünde.

Ölü CanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin