:Dört:

1.2K 5 0
                                    

Gerçekten çok şanslıyım. Ton balıklarını almak için yöneldiğim yerde gerçekten beni bekleyenin farkında değildim. Şu ana kadar da göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Kulaklıklı ve bacağı kırılmış bir Z. Sessizce reyona ilerlerken hep sağıma soluma bakarak ilerlemiştim. Sonuçta rafların arasından baktığımda kimse yoktu diye düşünmüştüm. Çok tehlikeli bir hareket yapmıştım bu dikkatsizliğimle. Z beni fark ettiği gibi üzerime doğru çırpınırcasına sürünmeye başladı. Yerde sürünürken reyonları resmen devirircesine hareket etmeye başladı. Mağzanın bu kısmının içine yeterli güneş ışığı girmiyor, o da hareketi kısıtlı olduğu için güneşe yönelip  beslenemiyordu. Bu durum ise bu ve bunun gibi olanları böyle çıldırtıyordu.
Hemen refleksle geri adım attım. Elim belimdeki bıçağa yöneldi. Z kendini parçalamak pahasına da olsa, kendi türünü yaymak ve beslenmek için deliriyordu.
Bıçağımı kınından çekip hızlı bir hamleyle omuriliğine sapladım. Bıçağım körelmeye başlamıştı. Delinen etin hışırdayıp kemiğe değme hissi içimi karıncalamıştı. Ama bunlara vakit yoktu. Sapladığım gibi bıçağı içeriden çevirip onu durdurmuştum. 
Kendime Not: Her şeye rağmen dur ve etrafı iyice kolaçan et. Aptal...
Evet bir kaç ton balığı konservesi için hayatım böyle riske girmişti, 

Hikayeme döneyim;

Nerede kalmıştım.. Ha evet. Aracın lastikleri doğru.
Aracın delinen lastiğine baktım, bir sıkıntı yok gibiydi. Aracın sol farının üstünde bir şey vardı ama gecenin karanlığı ve farların parlaklığı görüşümü gerçekten mahfediyordu. Telefonumu almak için araca geri döndüm. Araç freninin etkisiyle her şey savrulmuştu. Telefon nereye düşmüştü acaba? Gecenin de etkisiyle telefonu bulmam epey vakit almıştı. Telefon da pastırma sevmiş olacak ki, nasıl başardıysa poşetin içine girmiş. Takdir edilesi.
Telefonu aldım flaşı açarak ilerledim. Teker tuhaf bir sıvıyla kaplıydı. Ayrıca bir şeye benzetemediğim bir kemik parçası tekeri delmişti. Ama tekerdeki kan değilse neydi ?
Koyu yeşil ve reçinemsi bir sıvıydı. Daha önce ölmüş bir hayvan cesedini ezmiş olsam gerek, kafaya takılacak bir şey yoktur heralde dedim ve araca dönüdüm.
Üzüldüm, çünkü aracı gerçekten sevmiştim. Şimdi tüm malzemeleri başka bir araca taşımam gerekiyordu. Ama aracım olsa bile şehre giremezdim ki.

İç çekerek aracın içine geri döndüm. Sırt çantamı aldım ve tabiki pastırma paketini. Havanın aydınlanmasına çok var gibiydi. Yönümü bile göremiyorken sokaklara girmeyi göze alamazdım. Sabahı beklemeye karar verdim. 
Navigasyona göre şehrin yakınlarında olmalıydım, hatta ışıklar gözüküyordu. Fakat gitmek istediğim şehir merkezi biraz daha iç kısımdaydı. Bu yüzden ilerlemem gereken epey bir yol vardı. Gözlerim onca olaydan sonra amaçsızlığın getirdiği etki ile ağırlaştı.
Aracın koltuğunu geriye doğru yatırıp uyku çekmeye karar verdim. Aracın deri koltuklarında belki de ilk ve son uyuyuşumdu... Deri koltuğa uzanıp aracın tavanından yıldızlara baktım. Çok güzel görünüyorlardı. Tıpkı bir mücevher kutusu gibi....... Ve uykuya daldım.

Sabah olmuştu. Güneş gözüme vurduğu için uyanmışdım. Çok parlaktı. Gözlerimi ovuşturup işaret parmağımla çapakları hafifçe temizledim. Koltuk ne kadar rahat da olsa, uyumak için bir yatağa ihtiyacım vardı. Her yerim tutulmuştu. Aracın kapısı açıp yavaşça ayağa kalktım.
Uzunca bir şekilde vücudumu gerdim. Tam o sırada Gözüm lastiğe kaydı. Gerçekten bunu delen bu kemik neye ait olabilirdi ? Aracın ön tarafına yürüdüm, gece belli olmayan ayrıntılar artık daha netti. Gerçekten neye çarptıysam bir domuz büyüklüğünde ama küçük bir şeydi.
Ve lastikteki onun bir parçasıysa gerçekten, çok tuhaf bir canlı olmalıydı.
Her neyse yola koyulmalıydım artık. Ayağım artık daya iyiydi. Parmaklarım iyileşmeye başlamıştı bile. Daha rahat yürüyebilirdim. Biraz bagajdaki ilk yardım çantasından su içtikten sonra Sırt çantamı, telefonu ve pastırmayı aldım. Ayrıca aracın torpidosundaki silahı. Bu çevrede domuzlar vardı. Eğer aracıma çarpan o hayvandan da varsa bana lazım olabilirdi. İnsanların yokluğunda hayvanlar onların yerine hemen yerleşmeye meyillidir sonuçta. Kendi kendime konuşmayı bırakıp yola çıktım.
Kahvaltımı sadece pastırmayla yapıyordum. Garipti... Eskiden olsa yumurtayı katık etmeden yemeyi israf etmek gibi görürdüm. Tuhaf.
Bir yandan bunları düşünerek bir yandan kahvaltımı yapıyordum. Şehrin girişinde gerçekten tam bir vahşet vardı. Araçlar birbirine girmiş ve her yer bedenlerle doluydu. Cesetlere aldırış etmemeye çalışarak yoluma devam ettim. En azından biri, biri hayatta olmalıydı değil mi. Bu şey her neyse, sadece ben kalmış olamazdım. Birileri kalmalıydı... 
Öncelike şehrin girişine yaklaştım. Girişte her zaman şehre geldiğimi anlamamı  sağlayan devasa çimento fabrikasına baktım. Boyu o kadar uzun ve heybetliydi ki ışıkları her yerden görünüyordu. Yaklaşık boyu 150m civarında olmalıydı. Bu da şehri bu kadar uzaktan nasıl gördüğümü açıklıyordu. Etrafıma baktım,eski sanayi bölgesindeydim. Genellikle burada faaliyet gösteren fabrika sayısı az olduğu için insan da azdır. Bu yüzden daha çok insan bulabileceğim merkeze yönelmeliydim. İnsan bulma oranımı arttırmalıydım. Derinliklerine doğru ara sokaklardan yürüye yürüye merkeze ilerledim. Gözlerim hep bir hayat belirtisi. Hep bir hareket aradı. Sadece etrafta boş boş dolanan kedi ve köpekler vardı. Bu şey her neyse hayvanları etkilememişti.
En azından kedi ve köpekleri...

Z GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin