"Ben eve geçiyorum hyung.. B-beklemeyin beni.."Kulağımdaki telefondan bir şeyler duyuyordum ama duymuyor da ola bilirdim. Bakışlarım giderek uzaklaşan ve gölgesi hem yolu hem de ruhumu boylayan adamdaydı.
O geniş omuzunu ve sırtını izliyordum ama gördüklerim tam farklıydı. Belki acısını görüyordum, belki ağlarkenki yüz ifadesini.. Bilemiyorum, kestiremiyorum artık. Aramızda olan bu garip çekimin-ki zaten Ay'ın bundan haberi bile yoktu-ona karşı hissettiğim garip bağın ne olduğunu, neden olduğunu kestiremiyordum.
Bakışlarım artık gölgesini dahi sırtlanmayan boş yolda belli belirsiz kaybolunca kulağımdaki telefonu direkt cebime attım.
Söylediği şarkı, ağlaması falan.. Beynimi hiç durmadan kurcalıyordu. 'Neden?' soruları aklımı kemiriyordu.
Kendimi zaten boş olan banklardan birine bıraktım. Kendimi istemdışı halsiz hissediyordum. Ve ayrıca da üzgün. Sanki onu boğan tüm ne sıkıntısı varsa, ya da olmuşsa misliyle ben yaşıyordum şuan. Gözümden istemsizce düşen yaşlar da kanıtımdı belki.
Bakışlarımı gökyüzünde parlayan Ay'a çevirdim.
Ne gizliyordun kendinde? Aydınlanan kısmın ne sergiliyordu etrafındakı yıldızlara, karanlık kısmın ne saklıyordu içinde?
Anlatsana bana Ay. Işığını Güneşden alırken bu kadar fazla parlaman haksızlık değil mi? Peki söylesene, senin Güneşin ola bilir miyim? Yoksa hemen yanında duran o çok parlak ama sana ulaşamayacak kadar uzak yıldız mı olayım hayatında?
Bakışlarım yorgunca buğulanırken zaten önünü yaşlar yüzünden pek de aydın göremeyen gözlerim şimdi gözkapaklarım yüzünden iyice kapanıyor, o parlak Ay'ı bile göremiyordu.
Sersemlemiş halimle ayağa kalktım ve evimin fazla uzakta olmadığı için hissedemeyeceğim kadar az olan mutluluğumla adımlamaya başladım.
Söylediği şarkını bulmam lazımdı. Melodisini aklıma kazımam, her kelimesini hiç unutmamak üzere ezberlemem lazımdı. Belki bir hikayesi vardı şarkının, bulmam lazımdı. Bilmem lazımdı, kim olduğunu, neden bu halde olduğunu bilmem lazımdı.
Bir kaç dakikanın ardından evimin önünde durduğumda hızlıca kilitli kapını açdım ve kendimi içeri attım. Evin sessiz olmasından anladığım kadarıyla hyunglarım daha gelmemişdi.
Hızlıca kendimi koltuğa attım. Telefonumu açıp hemen Shazam uygulamasına girdim. Ses kayıt cihazındaki son kayıtı başlatmamla şarkını Shazamladım.
Bir kaç saniyenin ardından ekranda beliren şarkı ismine ve sanatçılara baktım.
Alex&: Sierra
Little Do You KnowSonunda her gün söylediği şarkını bulmanın verdiği heyecanın getirisiyle titredi parmaklarım. Şarkını başlat tuşuna bastığımda ilk önce odada yankılanan sessizlikle telefonu sehpanın üzerine bıraktım. Çok az bir sürenin ardından şarkının melodisi kulağıma nüfuz ettiğinde kendimi koltuğa yasladım ve kafamı da geri attım. Buğulu bakışlarım tavanda bir noktaya sabitlenmişken kadın sesinin odada yankılanmasıyla şarkıya odaklandım.
İçimde kıpırdanan tüm bu duyguları nasıl anlata bilirdim ki? Kendimi özel hissediyordum. Belki de çok az kişiye dinlettiği şarkıydı, belki de hiçkimseye. Ve ben bu şarkını biliyordum, onun sesi ile de dinlemişdim. Bana sırrını vermiş gibi hissediyordum. Silik bir gülümse yayıldı dudaklarıma ama silinmesi de fazla geç olmamışdı. Ay'ın özelini ben kendi rızası olmadan, ondan habersiz bir şekilde kurcalamışdım. Hem tanısa bile neden söylerdi ki bana acılarını?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•4 O'clock||Taejin|
Fanfiction°Bir gün Ay'a, Uzun uzun mektup yazdım. Senin kadar aydınlık olmayacaktı, Küçük bir mum yaktım.. Loş bir parkta, Şarkı söyleyen isimsiz bir kuş, Neredesin sen~ Ah sen~ Neden ağlıyorsun? Burada tek başımızayız, seninle ben, Ben ve sen~ Ah sen~