Laz kızı : korkak doktor |9•

593 56 8
                                    

Laz kızı korkak doktor

Saçlarım rüzgarda uçuş uçuş olurken elbiseminde etekleri resmen şaha kalkıyordu. Birazdan Marilyn Monroe gibi elbisemin etekleri uçuşmasın diye farklı şekillere gireceğim. Hissediyorum, demedi demeyin.

Bu zor durumdan beni kurtaracak kişi; beyaz atlı prensim yerine, siyah arabalı Burak abimdi.

İstanbul'a gelmenin verdiği sevinçle etrafa güneş ışığı gibi gülücük saçıyordum. Tabii kısa sürdü bu gülücüklü anlarım. Burak abimin Somurtan ifadesini gördüğümde, gülüşlerimi azda olsa sakladım.

"Niye gülüyorsun ağzı açık ayran delisi gibi?" benzettiği şeyle kaslarım çatıldı. Reis, farkında mısın kardeşin geldi İstanbul'a. Çok uzak şehirden hani!

Ona cevap vermedim. Sarılma bile gereği duymadan arabaya bindim. Benim ardımdan o da arabaya bindi. Çalıştırmadan önce "Trip atma bana." dedi.

"Ne haddime." derken başımı cama doğru çevirmiştim. Yanımdan homurdanmasını duyuyordum. Ağzı açık ayran delisinin intikamını almak için tekrar konuştum. "Ne homurdanıyorsun sen öyle? Aynı ağzı dolu olmasına rağmen konuşmaya çalışan altmış beş yaşında ki amcalara benziyorsun."

Bir anda beni kendine çekmesi ile sinsice gülümsedim. Kollarını sıkı sıkıya dolamıştı. "Özlemişim be." diye konuştu. Bende konuşmadan kollarımı ona daha sıkı sararak cevaplamış oldum.

Bir süre öyle kaldıktan sonra ayrıldık. Eve gidene kadar bir çok konudan konuşmuştuk. Trabzon'da yaşadığım anlar -Evren'in evlilik teklifini ayrıntılı konuştuk-, Buğra'nın düğününde ne takacağımıza kadar.

Eveet, iki gün sonra kına vardı. Üç gün sonrada inşallah düğün olacaktı.

Bizi endişeye düşüren ise şuydu; Buğra'nın kardeşimiz, Nefes'in ise kuzenimiz olması. Bir düğüne, İki takı!

Sonunda eve geldiğimizde buraları ne kadar çok özlediğimi farkına varmıştım. Zaten yol boyunca hep dışarıyı izlemiştim. Trabzon'a gidince buraya gelmek istemiyordum, buraya gelince geri dönmeyi.

Apartmana doğru ilerleyeceğim zaman Burak abim beni bahçeye yönlendirdi. Yoksa, beni bir sürpriz mi bekliyordu? Tamam şaşırmış gibi yapacağım ehehe.

Bahçeye girmemle birlikte, tanıdığım çoğu kişiyi burada görmüştüm. Ellerimle şaşkınlıktan kocaman açılmış ağzımı sakladım. "Yaa. Siz muhteşemsiniz." diye konuştum büyük bir mutlulukla.

O sıra arkalardan elinde bastonuyla, gençlerin popolarına vura vura kendine yol açarak buraya gelen Ahmet hocayı gördüm. "Ben de muhteşem miyim Evrim?" diye sormasıyla büyük bir kahkaha attım.

Başımla onayladım. "En muhteşemi sizsiniz hocam." yanına gittim, elini öpmeyi kendime hedeflemişken kollarını bana sardı.

"Kız senin için daha nerelerden geldim." şehir mi değiştirmişti? "Nereden geldiniz hocam?" derken mutlulukla sırıtıyordum. "İki alt sokaktan tabii ki kızım. Nereden gelebilirim? Bu da kendini bir şey sanıyor." huysuzlanmasını bile özlemiştim.

Ahmet hocadan sonra, sırasıyla herkese sarıldım. İlk kendi aileme, sonra yakın arkadaşlarıma, en son sevgilime.

Ailemle sarılırken herkes araya karışmıştı. Hele ilk babaannemle sarıldım diye babamın attığı tribin haddi hesabı yoktu. "Seni ben dünyaya getirdim." diye başlamış ve anca beş dakika sonra susmuştu. İyi ki bunu anneme yapmamıştım, çünkü o en az yirmi dört saat konuşurdu.

Yakın arkadaşlarıma sarıldığımda Buğra ve Nefes iki kere sarılmıştı. Neymiş, onlar iki kontenjanda da yarışıyorlarmış.

Evren ile sarıldığımız zaman, aklımdan geçen tek şey şuydu; elimde olsa onu gerçekten bırakmayacaktım. Belki ufacık yapar, cebimde saklardım. Belki sıkıca sarılırken yanlışlıkla siyam ikizleri gibi yapışırdık.

En bomba olayda; kuzenimin doğumunda Buğra abimin hastaneye getirdiği 'hoşgeldin baby' yazılı mavi çelengin masanın bir köşesinde, diğer köşesinde ise Evren'in peşimden koşturduğu zamanlarda bana 'ruhuna Fatiha' yazısıyla gönderdiği çelengin olmasıydı.

İtiraf ediyorum; o çelenk kapıma geldiğinde, beni tehtid ediyor sanmış ve oldukça çok korkmuştum.

Sonrasında kutlama için aldıkları pastayı üflemek için toplandık. Pastayı Nefes getiriyordu. Pasta önüme geldiğinde ufak çaplı bir kalp krizi geçirdim.

Arkadaşlar, pastanın üzerinde benim resmim vardı. Tamam, buraya kadar her şey güzel. Ama nasıl bir resim? Arkadaşlar, Allah belamı verseydi de ben o gün o hareketi yapmasaydım.

Buğra'nın 'ben youtuber olacağım.' diye başladığı yolda, 'kardeşime kışkırtma yaptım' adlı videosunun 6 dakika 55 saniyesinde benim suyu püskürttüğüm resimdi. Su damlacıkları, pastanın üzerine süs olarak eklenmişti. Gözlerime ve burnumada mum dikmişlerdi.

Herkes kahkahalarla gülüyordu. Büyük bir utançla mumları üfledim. Bu durumda bile boğaz düşünüyordum. Nefes, mumları aldı. Ardından Evren elime bıçağı tutuşturdu.

Romantiklik yapmak istediğim için Evren'e pastayı birlikte kesmeyi teklif ettim. Kare şeklinde ki pastaya ilk bıçak darbesini vurduğumuzda, dilim Evren'in pastayı gülmekten kesememesi üzerine yamuk olmuştu.

Sonrasında onu cimciklediğim için gülmesi durmuştu. Diğer dilimlere yazık olmadı yani.

Dilimleri ve yanında ki ikramlıkları pasta tabaklarında konuklara dağıttık. Bende masaya oturup kendi tabağımı önüme çektim. İlk önce kolamdan bir yudum aldım.

Alkan, "bana Evrim'in gözü gelmiş. Gözüm sende demek mi bu?" diye ortaya laf attı.

Kağan, "Diğer gözü de bende, bu kız o okula ilk adımı attığımdan beri beni izliyor aslında." dedi.

Yanımda oturan Evren, koluna hafif dokundu. Ona döndüğümde pastayı gösterdi. Ağzımdan su fışkıran dudaklarım mı? Ne ima ediyorsun kız sen?

Bu fotoğrafımı bu pastaya basan pastacı, kim bilir ne kadar gülmüştür?

Utançtan yanaklarım ısındığında dikkatimi başka yöne vermek için kolamdan bir yudum aldım. O sıra Ahmet hoca konuştu. "Banada en tükürmüklü dilim gelmiş. Asıl sana 'tüü'"

Evet, yine püskürttüm.

Bu anıda videoya alan kişi yine Buğra abim. Olayın üzerinden yarım saat geçtikten sonra düzenlemiş ve millete göstermekle meşgul.

Evren'e de gösterdi. Verdiği tepki aynen şöyle; "bunu da düğün pastasının üzerine koyarız artık."

Laz kızı : korkak doktor! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin