otuz dokuz

488 39 56
                                    

Doruk, her şeyden önce, gece kulüplerini ve kuru gürültülü ortamları çekemeyen bir insandı. Arkada çalan anlamsız müzikten nefret eder, birbirine sürtünerek dans eden bedenler midesini bulandırırdı. Ancak yine de, kendi boktan hayatı boğazında yumrular oluşturmaya başladığında kendini taburenin üzerinde bulmadan edemezdi. Bira şişeleri masada, yudumlar ağzında yuvarlanırken gençliğinde ne denli büyük hayalleri olduğunu düşünürdü. Oysa o bar taburesinde; tek gelir kaynağı telli bir çalgı aleti, yarının ne getireceğinden habersiz oturduğunun hep bilincindeydi. Diploması yoktu, ailesi tarafından istenmiyordu, onu seven tek insanı kaybetmişti. Sığınabileceği sadece müziği vardı hayatta.

Bir de sarı saçlar.

Bu taburede önce üzerindeki karamsar bulutlar dağılırdı Eray'ı düşününce, sonra suratına küçük bir gülümseme konardı Doruk'un. Kim bilir, belki bu bok çukurundan çıkmasına bile yardım ederdi kıvır kıvır olmuş sarı saçlara dolanıp duran hayaller. Pis insanlarla dolu bu pis bardan alır, yatağına yatırır, iki yanağından öper ve üzerini örterdi esmer tenli adamın, o gülümseyen suratı biraz olsun düşünmek.

Şimdi ise sadece acı veriyordu.

Barmenden bir şişe daha istedi. İçki içmekten de burada olmaktan da hoşnutsuzdu. Kendisini işe yaramaz bir derbeder gibi hissediyordu. Ki bu doğruydu. Baştan sona savruk, düzensiz ve berabat bir hayattı onunkisi. Bu haliyle Eray'ın, her anlamda kusursuz Tolga yerine kendisini seçmesini beklemek ne büyük aptallık olurdu.

"Aptalım ben." Diye düşündü az önce önüne konan şişesinden bir yudum alırken. "Ne bekliyordum ki?" Gözlerini kapatıp tekrar mırıldandı. "Ne bekliyordum ki?"

"Ne bekliyordun?" Sol tarafından gelen neşeli sesle gözleri saniyeler içinde açıldı Doruk'un. Kafasını hızla çevirdi, bakışları boyu hayli kısa bir sarışınla buluştu. Yan gülümsemesini nerede görse tanırdı. Yine de, sarhoşluğun etkisiyle mavi gözlerine ve ince yüzüne biraz daha baktı. "Beni mi bekliyordun? Niye öyle anlamlı bakıyorsun?"

Biçimli ama küçük bacaklarında vücuduna yapışan siyah bir kot pantolon, üzerinde önü neredeyse açık siyah-beyaz çizgili bir gömlek vardı. Boynundaki kolyeler, Doruk'un onu ilk gördüğü gecedeki gibi ardalanmıştı. En üstte duran haç, iman tahtasının üzerine çizilmiş minik bir meleği neredeyse kapatıyordu. Bu melek sarışının ne tek dövmesi ne de tek meleğiydi.

"Havamda değilim Rüzgar." Doruk, başını bira şişesine çevirdi ve ironikçe gülümsedi. Neden onca insan arasından ona denk gelmişti ki?

"Benim için gelmedin mi yani?" Rüzgar, ince kolunu kaldırıp barmene seslendi, birkaç shot ve biraz limon istedi. Ardından suratından hiç düşmeyen gülümsemesiyle Doruk'a döndü. "Beni özledin sanmıştım." Sağ elini öne uzattı ve henüz uzamamış siyah saçlara değdirdi ince parmaklarını. "Yakışmış."

"Dokunma."

Eli iten büyük eller, Rüzgar'ın görüş alanına girdiğinde gülümsemesi genişledi. Dudağını ıslatırken dili, alt dudağındaki piercing'e değdi ve bir süre orada gezindi. Doruk'u özlemişti. Soğuk ama savunmasız kişiliği, ilk karşılaştıkları andan beri ilginç gelmişti Rüzgar'a. "Buralara pek gelmezsin. Yoksa tipin değil miyim?"

Doruk etrafa baktı, loş ışığın altında parlayan terli bedenlerde gezdirdi gözlerini. Sonra tekrar şişesine indirdi. "Bu gece birine gelmedim. Sadece içeceğim."

Rüzgar, az önce elini iten eli, on parmağıyla tuttu ve kendisine çekti. Küçük bedeniyle yaptığı bu hareketler onu hem sevimli hem de seksi yapıyordu. Tanrı biliyordu ki, Rüzgar bunun baştan sonra farkındaydı. "Neden buraya geldin o zaman? Normal bir bara gidebilirdin."

Doruk, elini saran parmaklardan rahatsız olmamış gibiydi. Belki de umursamıyordu. Gerçekte hangisi olduğunu kendisi bile bilmiyordu.

"Gideceğim barı sana göre mi seçmeliyim?"

Rüzgar, sol elinin parmaklarını büyük ele geçirdi ve tezgahın üzerine koydu. Işıklar yanıp sönmeye ve gece akmaya devam ederken birkaç bardağı kafaya dikti, limon dilimlerini ağzına attı ve tam yutmadan ayaklanıp hala elini tuttuğu adamın dudaklarına kendi dudaklarını bastırdı.

Ancak Rüzgar'ın bu cesur hareketi kısa sürede Doruk tarafından def edilmişti.

"Ne yapıyorsun amına koyayım? Ağzın leş gibi zaten." Doruk elini bir süredir -hatta bu kısa öpüşmeden sonra bile- tutmaya devam eden parmaklardan kurtarıp aynı elin tersiyle dudaklarını sildiğinde Rüzgar, hafif kapalı gözleriyle gülerek tekrar adama baktı. Saniyeler önce kalktığı tabureye geri oturtulmuştu.

"Çok içmişsin Doruk. Senin de ağzında leş gibi bira tadı var."

Doruk omuz silkip tekrar şişesini kafaya dikmişti. Yine emin olamadığı şeyler, ruhunu kemiriyordu. Doğrusu bu olabilir miydi? Belki de doğrusu buydu. Daha önce de başka bedende unutmayı denemişti. Ama o bir kadındı. Belki de bir erkek... Doruk, Eray'dan başka bir erkeği hiç düşlemiş miydi? Hayır. Bunu hiç düşünmemişti.

Rüzgar farklıydı elbette. Rüzgar, belki de bu gece, sadece bu geceliğine ona yardım edebilirdi.

Kimi kandırıyordu ki, bunun olur bir yanı yoktu.

"Buraya ilk geldiğinde de böyle bir haldeydin Doruk. Şu keşliği ne zaman bırakacaksın?"

Rüzgar, kirli olmasını umursamadan kafasını tezgaha yaslayıp kara gözlere baktı aşağıdan. Doruk, bu ince surattaki gülümsemenin hep bir şeyleri gizlemek için olduğunu düşünürdü. Sevişirken, belki de acı çekerken bile gülümsemekten vazgeçmeyişi, sanki o gülücüğün vücuduna kondurulmuş meleklerden hiçbir farkı olmadığını hissettirdi Doruk'a: Oraya yapışmıştı ve gerçeği temsil etmiyordu.

"Neden hep gülümsüyorsun?" Diye sordu alkol cesaretiyle. Büyük baş parmağını, bu soruyla daha da genişleyen gülümsemenin üzerine koydu. Dans eden onlarca beden kaybolmuştu. Sefil hayat yoktu. Eray şimdi çok uzaklardaydı. Parmağına çarpan sıcak nefes dışındaki gerçeklik artık Doruk'un algıları dışındaydı.

"Çünkü gülmezsem..." Rüzgar baş parmağın alt dudağına değmesine aldırmadan konuştu. "Gülümsemezsem ölürüm."

Bu kez dudakları birleştiren kişi Doruk olmuştu. Biten şişeyi tezgaha bıraktıktan sonra elleriyle nazikçe tezgahtan kaldırdığı suratı kendine doğru çekip biraz eğilmiş, sonra küçük bedeni ayağa kaldırıp kucağına oturmasını sağlamıştı. Muhtaç olduğu şey neydi bilmiyordu. Ama önündeki dudakları susuz kalmış gibi ihtiyaçla öperken bunları düşünmek istemiyordu.

Karanlığın üstlerine kapandığı, başlarının da üzerinde yalpalayarak yürümeye çalıştıkları dünya gibi döndüğü gecenin sabahına, ilk tanıştıkları günün sabahı gibi uyanmışlardı : Geniş göğsün üstüne nazikçe bırakılmış boyalı sarı tutamlar ve birbirine karışmış iki çift bacak.

:)

garam (texting) // bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin