on dokuz

574 47 35
                                    

Garam, her zaman toplandıkları bodrum katında, sıradışı bir sessizlikle enstrümanlarını hazırlıyordu. Günlerden pazardı. Penceresi olmayan bodrum katı ise güneşli havaya inat loş. İki kişinin eksikliği grubun her bir üyesi tarafından hissediliyordu. Yakup ve Doruk, dün gece yaşanan gerginlikten sonra diğerlerinin aklını kurcalar olmuştu.

Giray öfkeliydi. Yakup'un gereksiz yere sinirlendiğini düşünüyordu. Şüphesiz Doruk ile arkadaşlığı daha değerliydi ancak tarafsız baktığında dahi yumruklarını sıkmasına sebep oluyordu Yakup'un tavırları. Doruk'un Eray için hissettiklerini bilen üçüncü kişiydi, bunu kullanmaktan hiç çekinmiyordu. Yakup'un Doruk'a üstünlük kurma çabasında olduğu su götürmez bir gerçekti Giray için.

Gözlerini baterinin başında duran Eray'a çevirdi oturduğu yerde. Doruk'un onda ne bulduğunu anlamıyordu. En başta çok gökçe bir çocuk, bu kadar acı çekmesine değecek biri değildi Eray. Acımasızdı, bazı şeylere kördü ve katman katman, girift bir bencilliği vardı. Montunu çıkarırken ince kollarını izledi. Sonra baterinin önüne oturmasını, çantasından batonları çıkarmasını, öne eğilip işaret parmağıyla zillere ve davula nazikçe, okşar gibi dokunmasını dikkatle inceledi.

Doruk neredeydi?

Önünde dikilen kızla benliğine döndü Giray. Kısacık kot şortunu uzun siyah botlarla eşitlemiş, üzerine grubun ilk zamanlarında yaptırdığı tişörtü geçirmiş kıvırcık saçlı kız, Ekin'den başkası değildi. "Sana bir soru sordum Giray."

Sen de mi Brütüs? Sen de mi sinirlisin sabah sabah, demek istese de kendini zor tuttu Giray. Aklı karışmış halde mavi gözlere baktı. "Hı, ne sordun?"

"Doruk nerede kaldı?"

"Bilmiyorum ki." Biraz geriye yaslanıp ayaklarını öne uzattı ve uzunca gerindi Giray. Ekin'in göğüslerinin hızasında dikkatini çeken bir şeyler oluyordu.

"Aynı evde değil misiniz? ... Lan nereye bakıyorsun!?" Ekin geri çekilip Giray'ın bacaklarına sert bir tekme atmadan önce Giray 'İyi ki Doruk burada değil.' diye düşündü. Eğer burada olsaydı; birbirine değen dudaklar, kasıkta bekleyen yabancı eller ve zevkten kapanmış gözler onu deli eder, baştan ayağa sinir kesilirdi.

Tekmeyi savurup geriye dönen Ekin'se hayıflanmadan edememişti. "E yuh ama Tolga. Biz çıkalım da sevişin isterseniz."

Tolga, sevgilisinden biraz uzaklaşıp çapkın bir sırıtış gönderdi Ekin'e. Eray, ondan uzaklaşan çehreyi çenesinden tuttu ve kendine çevirip tekrar öpmeye koyuldu.

Bunlar iflah olmaz, dedi içinden Giray. Doruk'a üzülüyordu. Aralarında bir şey olmayacağını göremeyecek kadar samimiydi duygularında. Takıntı yapmıştı çocuğu, ondan başkasını düşünemez olmuştu. Sonu belli olmayan bir yoldu onunkisi. Ya kör bir kayaya çarpacak, ya da uçurumdan yuvarlanacaktı.

"Başlamadınız mı daha?" Salonda yükselen sesle, dört kafa da girişe döndü. Gelen Yakup'tu.

Suratı bir ressamın paletine dönmüş halde.

"Ne oldu lan suratına?" Tolga hızla sahneden indi, uzun bacaklarıyla birkaç adımda kendisinden birkaç santim kısa olan Yakup'un yanında bitti. Eli çenesini kavrarken, kanlanmış ve şişmiş yaralara, renk cümbüşüyle süslenmiş yüzüne dikkatle bakıyordu. Ancak Yakup bundan rahatsız olmuş olacak ki kolunu, çenesini tutan ele doğru savurup boşluğa düşmesini sağladı.

"Tatava yapma. Yok bir şey." Hızlı adımlarla Tolga'nın önünden geçip sahneye attı kendini. Orgun başına geçerken keyifsiz ve üzgün görünüyordu. Yine de sert bakışları değişmemişti. "Hadi başlayalım."

Doruk, provaya gelmedi. O ara ne yaptığını kimse bilmese de önceki geceyle prova sabahı arasında Yakup'a bir ziyarette bulunduğu kıvırcık saçlı oğlanın suratındaki morluklar kadar ortadaydı. Giray içten içe seviniyordu. Eray hayal kırıklığına uğramıştı. Diğerleriyse Doruk'a karşı gittikçe dolmaya başlamıştı.

"Derin Sular'a çalışalım." Giray, taburesine oturup düzeltti hafifçe burnuna kaymış gözlüğünü. Ceketinin cebinden eskimiş, yıpranmış not defterini alırken odaklanmış görünüyordu.

Ekin, gitarla başladığında ana gitaristin yokluğunu fark ettirmeyecek kadar iyiydi. Ardından Yakup katıldı, Tolga mikrofona sarılıp gözlerini kapattı ve belki de içinden binlerce kez tekrar ettiği sözleri sanatsal bir tınıyla dışarı dökmeye hazırlandı.

"Görebilseydin eğer,

İnsanların içini,"

Eray zillere dokundu, Bass Drum'la ritim tutmaya başladı.

"Okusaydın eğer ruhu kitaplar gibi,

Merak etmeden duramıyorum.

Hala sever miydin beni?"

Prova iyi gidiyordu. İki şarkı beşe yuvarlandı, akrep yelkovanı kovaladı. Gün geceye yaklaşırken Giray kadar diğerleri de yorgun ama memnundu. Sanat adamıydılar. Bu sahne dört kişinin de en sevdiği yerdi.

O gün sahneye adımını atmamış Doruk içinse bu doğru değildi. Çünkü ona sorsanız, buna Kesinlikle Eray'ın yanı, cevabını verirdi. İnsanlar kitaplara düşerdi, mesleklerine aşık olurdu, hayatta işe yarar hissetmek için sürekli bir şeylerin peşinden koşardı. Doruk'un uğraşı da, hobisi de, yeteneği de belliydi. Hepsi sadece biri içindi. Sonu belli olmayan bir yoldu onunkisi. Ya kör bir kayaya çarpacak, ya da uçurumdan yuvarlanacaktı. Ama biliyordu ki bu yolun sonunda ne olursa olsun yüzünde bir gülümsemeyle ölecekti.

Doruk, sahilin kenarında oturmuş, bilgisayarına şarkı sözü yazarken tam da bunları düşünüyordu. Elinde kaçıncısını tuttuğunu bilmediği bir bira şişesi vardı. Boynu ağrımış, kulakları soğuktan kızarmıştı. Şehrin sesi kulaklarına ulaşmıyordu. Ekrana bakarken kulağında sadece yeni yazdığı şarkının ritmi çalıyordu. Bulanık gözlerini kapattığında elinde batonlarıyla kendinden geçmiş bir şekilde ritmi yakalayan Eray'ı görüyordu. Sahnede sadece ikisi vardı. Gitarın sesi bateriye karışıyor, Eylem'in cennetvari bulduğu sesi uzaklarda terennüm ediyordu. Eray ona bakıyordu, Eray ona gülümsüyordu. Arkadaşça değildi bu seferki. Gerçek olamayacak kadar güzeldi.

garam (texting) // bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin