[park joon jae]•13

1.2K 129 9
                                    


Jungkook gittikten sonra peşinden gitmek istesem de gidememiştim. Huzursuz bir uykudan sonra merakla gelmesini bekliyordum. Endişeliydim de. Babamın korumaları iri yarı adamlardı ve Jungkook'a bir şey yaparlar diye korkuyordum.

Boş boş tavanı izlerken kapının açılmasıyla kafamı oraya çevirdim.
Jungkook?

"Jungkook! Yüzüne ne oldu?!"

Yanımda geldiğinde ellerimi yanaklarına koyup bana bakmasını sağladım. Çok kötü görünüyordu.

"Bir kaç yumruk sadece. Sen bir de o şerefsizleri  gör. Bir daha yaklaşmaya korkacaklar."

Göz devirip yüzünü inceledim.

"Dalga geçme kook. O adamlarla başa çıkman imkansız."

Olduğum yerde dikleşip Jungkook'a kollarımı sardım. Deli çocuk. Benim için ayı gibi adamlara kafa tutmuştu.

"Hemşire çağıralım mı? Yüzünü temizlesin."

"Jimin. Ondan önce bir sorunumuz daha var."

Merakla yüzünü inceledim. Parmaklarıyla saç tutamlarımın aralarını okşuyordu.

"Polisler. Baban çoktan onları peşimize takmıştır. Hastaneyi bilmiyor ama her an bulabilir. Yani buradan bir an önce çıkmamız lazım."

Doğru söylüyordu. Babamın beni bulması an meselesiydi. Polislerin ise bizi şimdiye kadar bulamadığına şaşırıyordum. Babam evi bulduğu için oraya da geri dönemezdik.

"Ne yapacağız?"

"Yarım saat sonra çıkacağız. Taksi çağıracağım. Nereye gideriz hala bilmiyorum. Senin ağrın var mı?"

Yüzümü buruşturup sırtımdaki ağrıyı görmezden geldim. Jungkook'un başına iş açmak istemiyordum.

"Hayır, iyiyim."

Gülümseyip elimi öptü. Ben de ona karşılık verdim. Utanmanın kesinlikle sırası değildi. Onunla dün yaptığımız şey unutulmuştu. Bu biraz kırıcı olsa bile sabahki sert ve soğuk hali gittiği için mutluydum.

...

Jungkook

Jimin ile hastaneden çıktıktan sonra taksiye binmiştik. Evi buldukları için başka bir yere gitmemiz lazımdı. Ben de şehirden uzak bir yer için ev kiralamayı düşünüyordum. Başka bir yolu yoktu bu işin.

Jimin'in durumu aslında çok kötüydü. Yüzü gerçekten mosmordu. Vücudunu tahmin bile edemiyordum. Bir kolu alçılıydı. Elimde olsa hastane de onunla kalırdım. Fakat bizi bulabilirlerdi. Şu an en son istediğim şey bile değildi bizi bulmaları.

Taksiden indikten sonra Jimin'in koluna girdim. Topalladığı için yürüyemiyordu o piç yüzünden.

Ağaçların olduğu ve küçük evlerin olduğu bir yerde yürüyorduk. Daha doğrusu Jimin yürüyemiyordu. Ne kadar koluna girersem gireyim adım atamıyordu.

"Seni kucağıma almalı mıyım?"

Yüzüme bakıp kafasını eğdi.

"Gerek yok"

"Uzun süre yürüyeceğiz Jimin. Ayağının acıdığını biliyorum."

Cevap vermemesi ile yürümeye devam ettik. Kendi bilirdi. Birazdan sızlanmaya başlayacağına o kadar emindim ki..

Zaten yavaş yürüyorduk. Yüksek ihtimalle yürüdükçe acısı da arttığı için yürüyüşü yavaşlıyordu. E tabi onunla ben de yavaşlamak zorunda kalıyordum.

"Jiminie~. Eğer böyle gidersek üç gün daha yürürüz. Hadi gel seni taşıyayım. Merak etme ben yorulmam."

"Tamam"

Sağlam olan elini omzuma attığında ben de yavaşça kaldırdım bedenini. Sanırım bir saat kadar taşıyabilirdim. Adımlarımı büyüterek ağaçlık yolda yürümeye başladım. Jimin o sırada ayağından başka odaklanamadığı ağaçlık alanı incelemeye zaman bulmuştu.

"Neredeyiz.?"

"Tam olarak ben de bilmiyorum. Sadece yolun sonuna kadar yürüyüp küçük evi bulmamız gerek."

Kafasını sallayıp etrafı incelemeye devam etti. Onun bu haline gülümsemiştim. Şaşkın şaşkın etrafa bakıp, soru sorarken acayip tatlı bir yüz ifadesine sahiplik yapıyordu.

Keşke onu alıp gömleğimin cebinde taşıyabilseydim. Kimse onu göremeseydi, bulamasaydı. Sadece ben bilseydim varlığını. Belki o zaman onu daha iyi koruyabilirdim.
Kötü insanlardan ölene dek kaçırabilirdim onu.

Ama bunların hiçbiri mümkün olamazdı. Jimin'i kötü insanlardan kaçırabilirdim ama onu koruyamazdım. Güvenli saydığım yanım bile onu korumaya yetmezdi.

Solukları yüzüme çarptığında kafası yana düşmüş, uyuyordu. Yanakları tombulca sarkmış 'beni ye! beni ye!' diye bağırıyordu. Şu an yapabileceğim tek şey ise harika kokusunu içime çekmek ve güzel yüzünü izlemekti.

...

Yol boyunca gerçekten çok yorulmuştum. Jimin de uyumuştu. Aslında yolun çoğu onu izlemekle geçmiş bile denebilirdi. Yolda yürürken yanımızdan bir kaç araba geçse dahi hiçbiri durmamıştı. Arkalarından biraz küfür etsem de şimdi eve varmış olduğumuz için bu pek de önemli değildi.

Sadece bir haftalık kiralamıştım burayı. Bir haftadan sonra daha uzak bir yere taşınacaktım. Jimin ile.

Eski eve gidip önemli olan her şeyi yanıma alacaktım. Eşyaları ise kamyon ile taşıtacaktım. Sadece bunu  alakadar olduğumuz kimsenin görmemesini diliyorum. Komyonlardan birinin peşine düştükleri zaman hiç de iyi şeyler olacağını sanmıyordum.

Evin kapısına geldiğimiz zaman cebimden anahtarı çıkarıp tek elimle kapıyı açtım. Jimin'i uyandırmamaya dikkat ederek ardımdan kapıyı kapattım. Ev bomboştu. Salonun ortasında ki tozlu masa dışında boştu.

Bu durum da da Jimin'i uyandırmam gerekiyordu. Ne kadar istemesem de ismini seslendim.

"Jimin, uyan hadi."

Mırıldanıp kafasını boynuma gömmüştü. Tanrım! Uyandırmaya kıyamazdım ki. Kedi gibiydi.

Zaten iki odası olan evi dolaşmaya başladığımda yatak odasına gelmiştim. Eski bir yatak vardı. Tek kişilik olmasını şimdilik görmezden gelerek yanına ilerledim. Üstündeki ince çarşafı kaldırdığımda bütün tozlar dağılmıştı.

İyi ki yatağın içi temizdi. Önceden birinin burada yatmış olması da şimdilik önemli değildi. Jimin'i yatağa yavaşça bırakıp geri çekildim. Üstünü maalesef örtemeyecektim.

Asıl şimdi o heriften nasıl kurtulacağımızı düşünme vaktiydi.

Park Joon Jae.



Aynı düzene geri dönüyoruz :)

Her cuma veya cumartesi yb 💜

destiny*'˘'*♡ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin