mektup 3

497 111 54
                                    

1982, kasım

Evet, işkoliktim. 26 yıllık hayatımın eğitime ayırdığım bölümünde de derskoliktim. Baba mesleği olduğu için bankacılığı seçmiş, ardında da derskoliklikten işkolikliğe terfi etmiştim. 

Bu durumdan rahatsız değildim. Ancak yakın çevremdeki arkadaşlarım nişanlanıyor, ev sahibi oluyor, anne oluyor, aileleriyle vakit geçiriyorlardı. Benimse hayatım bankadaki müşterilerin hayatlarında kolaylık sağlamaktan ibaretti. Ha, birde akşam eve gelip uyuyordum. İşte hayatım bu kadardı.

İnsanlara yardım etmek çok güzel bir histi ama kendi hayatımdan kendi kendimi dışlamam da benliğime karşı bir ihanet sayılırdı. Bazen bunu düşününce epey karamsarlaşıyordum fakat ertesi gün diğer günlerinin benzerine uyanıyordum, hiçbir şey değişmiyordu. 

Belki de... Bu hayattan biraz uzaklaşmak istiyordum içten içe. Ama ne yapacaktım ki? Bu yaştan sonra annemle yaşamaya devam mı edecektim? Başka bir seçeneğim yoktu, bu yaşama kilitlenip kalmıştım.

Son iki ayda yaşadığım mektup vakası dışında hiçbir farklılık yoktu. Hep aklımın köşesinde bulunan bu adam ve mektupları merakımı sürekli taze tutuyordu. Kimdi? Nasıl biriydi? Şimdi nasıldı? İki saman kağıdı ve biraz mürekkeple bana kendini şiddetle merak ettirmişti, ne tuhaf... Ancak artık pes ettiğini, mektup yazmayı bıraktığını düşünüyordum.

Apartmanın önüne geldim ve posta kutusunu açtım. Evet, bir mektup vardı. Bugün işten biraz erken çıkmıştım, o yüzden güneş daha batmamıştı. Mektubu alır almaz üzerindeki yazıları okudum. 

B. Almakay.

Kalbim birden hızlandı. Üçüncüsünü beklemediğim bu mektup kalbime bir ağrı sokmuştu. Artık bu sorumluluğu kaldıramazdım. Zarfı parmaklarımın arasında çevirirken etrafıma bakınıyordum, birisinin gelmesini ve beni kafa karıştırıcı şeyden kurtarmasını istiyordum. Kimse gelmedi. Apartmanın önünde elimde mektupla kalakalmıştım.

Evime çıktığımda mektubu göremeyeceğim bir yere, en az gittiğim odaya, yani misafir odasına bıraktım. Mektup yemek masasının üzerinde sessiz sakin beklerken kapının dibinden ona bakıyordum, sanki yorgun, yaralı bir adamı izler gibi. Sonra kaçtım, kapattım kapıyı ve mutfağa gidip kendime bir kahve yaptım.

Tüm gece mektubu okumamak için kendimi zor tuttum ve başarılı oldum, ancak uykusuz kalmıştım. Merakımdan ölüyordum fakat artık başka bir insanın özelini taciz edemezdim.

Sabah uyandığımda kendimi yorgun hissediyordum. Sürünerek yataktan kalktım ve etekli takım elbisemi giyip saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Yüzüm solgun görünüyordu ancak umurumda olduğu söylenemezdi. 

Mutfağa geçtiğimde aklımda mektup vardı. İçine şeker atmayı unuttuğum acı kahveyi içerken misafir odasına yürüdüğümü sonradan fark ettim. Odanın kapısının önünde saf saf durdum, sanki içeride gerçekten bir misafir varmış gibi.

Heyecansız, tatsız hayatımın içine düşüveren bu tuhaf hadise, belki de hayatıma tat katmak için misafir odamda bekliyordu.

Kendimi onlarca kez tembihlememe ve kendime onlarca kez engel olmama rağmen kapıyı açtım. Tadı berbat olan kahvemi masanın üzerine bırakıp krem rengi zarfı elime aldım. Parmağım zarfın tenini okşadı. Birkaç saniyeyi zarfa bakarak harcadım. Ve incitmemek ister gibi yavaşça açtım kenarını.

"Postaneye gittim geçen günü. Sanırım mektuplarım sana ulaşmıyor. Aklıma taşınmış olma ihtimalin geldi ama taşınsan haberim olmaz mıydı ki? Bilemedim. 

Madem mektuplarım sahipsiz, kimsesiz, o halde ben de hiçbir yere ulaşmayan sözler sarf etmeye devam ederim, mühim değil. Çünkü paylaşmak istiyorum ağrımı, canım yanıyor. Birileri teselli etmese bile beni, ben bu şekilde teselli bulurum. En fazla ne olabilir ki? 

Geçen gün öğrencilerimin gazabına uğradım. Askılığa astığım ceketimin iç kısmına zamk yapıştırmış afacanlar. Akşam eve geldiğimde ceketimi çıkarırken gömleğimi yırttım. Sağlık olsun. Muhtemelen onlar çok gülmüştür, güldülerse canıma minnet. Çocuklara sabah akşam hiç kullanmayacakları bilgileri zorla aşılıyorum, varsın böyle alsınlar intikamlarını. Haklılar. 

Şimdi de evimin balkonunda oturmuş, yağmuru dinliyorum. Kokusu ne hoş, sesi de öyle. Yağmur eğer bir kadın olsaydı, çok güzel olurdu sanırım. Sesi, kokusu, verdiği his. Ne diyorum ben? Saçmalıyorum. 

Canım sıkkın, plaklarımı satıyorum. Artık şarkı dinlemek bile keyfimi yerine getirmiyor. Sanki bu saatten sonra hiçbir şey bana iyi gelemezmiş gibi. Sanki mahvolan hayatım, bir daha asla düzelmezmiş gibi. Korkunç bir his, bu şekilde yaşamak istemiyorum. Böyle gitmez.

Daha fazla yazmaya mecalim yok, yine. Sen, dostum, eğer bu eline geçerse yaz bana. Konuşacak birine ihtiyaç duyuyorum. Görürsen, hemen yaz. Allah'a emanetsin.

Bünyamin."

Boğazıma oturan yumru da neyin nesiydi? Böyle çaresizlik kokan bir mektupla nasıl başa çıkabilirdim? Hiç tanımadığım birinin yardım çağrısını duyuyordum, buna kayıtsız kalmam ne kadar doğruydu?

O an belki saçma olan bir şey yaptım, belki de yaptığım en akıllıca şeydi. Bankaya geç kalışımı ilk kez umursamadım, aslına bakılırsa hayatımda ilk kez iş yerime geç kalmıştım. Umursamadım, ne garip.

Koşarak odama gittim ve bir kağıt ve zarf çıkardım. Dolma kalemimi de alıp yeniden misafir odasına geçtim. Ona yazmak istiyordum.

"Merhaba Bünyamin Bey,

Sanırım bazı aksaklıklar olmuş. Cenk Bey aylar önce taşındı, ben de kendisine bir türlü ulaşamadım. Cenk Bey'le posta kutularımızın numaraları üç aydır karıştırılıyor sanırım, mektuplarınız bende.

Umarım açıp okuduğum için bana kızmazsınız, gerçi zaten ilk başta bana geldiğini sanıp açmıştım. Ancak sonrasında gelenleri de açıp densizlik ettiğim için affınıza sığınıyorum.

Konuşacak birine ihtiyaç duyduğunuzu yazmışsınız. Bana yazabilirsin, tabii sizin için de sorun teşkil etmezse. Kelimelerinizdeki samimiyete inanarak yazıyorum bunları.

Tekrar söylüyorum, umarım bana kızmamışsınızdır. Arkadaşınız Cenk Bey'e ulaşamayınca ben de çaresiz kaldım. Başta size yazmak da gelmemişti aklıma... Şimdi cesaret bulup yazıyorum. 

İyi günler dilerim, kendinize iyi bakın.

Ece Ekim."

Kağıdı iyice üfleyip kuruttuktan sonra düzgünce katladım ve zarfa yerleştirdim. Üzerine ismimin baş harfini ve soy adımı yazdıktan sonra adresimi de ekledim. Sonra alıcı adresini de ekleyip pulu dikkatlice yapıştırdım. İşte hazırdı.

Bir hızla çantamı ve paltomu aldıktan sonra evden çıktım. Arabama atladım ve postaneye doğru sürdüm. Mektubu postaneye bırakırken hafiflemiştim sanki, arabama geri bindim. Belki sinirlenecekti, belki onu mutlu edecekti, bilemiyordum. Ama en azından yardıma ihtiyaç duyan birine el uzatıyordum, bu bana yeterdi.

Artık işim dışında düşündüğüm başka bir şey daha vardı; posta kutuma sıkışıp kalan, acı dolu ruhlara sahip mektuplar.

xxx

posta kutusu ruhlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin