mektup 5

588 114 81
                                    

1982, aralık

Kaynayan çorbanın altını kapattıktan sonra biraz dinlenmek için mutfak masasına geçtim. Bugün izin günümdü, günlerdir yenemediğim hastalığımı atlatmak için en sonunda bir günlük izin alamaya ikna olmuştum. Dışarıda şiddetli bir fırtına vardı. Kalın kıyafetlerimi giymiş evimde tek başıma oturuyordum.

Gevşeyip rahatladığım an, bir an, hiç ummadığım o bir an, aklıma mektupları getirmişti. Kalbimde hissettiğim yeni mektubun gelişi beni şaşırtmıştı. Ama böylesi bir fırtınada posta nasıl gelebilirdi ki?

Sırf iç güdüme duyduğum güven sebebiyle pijamalarımla oluşumu hiç umursamayıp kabanımı giyiverdim. Kalbim tuhaf bir şekilde hızlanmıştı, hatta öyle bir kalp gümbürtüsüne kapılmıştım ki midem adeta spazma uğruyordu. 

Biraz biraz koşarak, biraz biraz da nefeslenerek gelmiştim posta kutumun yanına. Anahtarı yerine yerleştirirken ellerim titremişti. Neydi bu heyecan? Boğucu hayatımda yakaladığım bu ışıltıyı kaybetme ihtimali mi böylesine korkutuyordu beni? Ellerim o yüzden mi terlemişti?

Kapağı açtım. Narin zarfıyla beni bekleyen mektup sanki durduğu yerde bana gülümsüyordu. Zarfı heyecanla alıp üzerini okudum, yeniden.

B. Almakay.

İşte beklediğim mektup!

Yalnızca tek bir an hissettiğim o kuvvetli şey, yeni mektuba daha erken kavuşmamı sağlamıştı. Bir an önce okumak için merdivenleri hızlı hızlı çıktım. Nefesim kesilmiş, bir süre sonra öksürük krizine bile tutulmuştum ancak hissettiğim heyecan durmama izin vermiyordu.

Ter içinde eve girdiğim an kabanımı çıkarıp astım ve kendimi salonumdaki kanepeye attım. Mektubu açmak şimdi benim için büyük bir zevkti.

"Merhaba Ece Hanım,

Mektuplarımı yazmadan evvel düşünmek hiç benlik değildir. Olduğum gibi, istediğim gibi içimden gelenleri yazarım. Ancak anlamlandıramadığım bir sebepten ötürü şu an her cümleyi itina ile yazıyorum.

Size dair öğrenecek çok şeyim var, bırakalım zaman yayılsın. Aslına bakılırsa benim derdim hep bencilceydi. Birileri beni dinlesin, acımı görsün ve bana iyi gelsin istiyordum. Umarım kullanılıyor olduğunuzun farkındasınızdır. Şayet değilseniz an itibariyle mektubu yırtıp attığınızı tahayyül edeceğim. Okumaya devam ediyorsanız, o halde affınıza sığınırım. Bu mektupların gönderiliş sebebi biriyle tanışmak değil, biriyle konuşmak olacak. Ama yine de sizi tanımak için can attığımı da belirtmek isterim.

Benim bir ailem yok. Annem öldüğünden beri ailesizim. O yüzden bana kızıp yazmayı bırakırsanız bu beni üzmez çünkü ben tahmin ettiğinizden daha çok üzüldüm evvelinde. N'olur beni yabani, düşmanca davranan biri sanmayın. Yalnızca fazla yalnızlaştırılmış bir adamım, en yakın dostum bile bana haber vermeden taşınıp gitmiş. Gördüğünüz üzere evrende bir başıma idare ediyorum. 

Kadersiz ve şanssızım, çölde güneş gibi yalnızım*, diyor bir şair. Bu sözün üzerine daha ne denir, bilmiyorum inanın. 

Hayatım öğrencilerimden ve bir kase yoğurt çorbasından ibaret. Yapmayı bildiğim tek yemek yoğurt çorbası, annem öğretmişti. O öldüğünden beri bir tek yoğurt çorbası içiyorum. Gidin, dışarıda yiyin diyor olabilirsiniz. Olmuyor. Bir dakika sonra kalkıp eve gidiyorum ve kendimi yoğurt çorbası yaparken buluyorum. Gözüm dalıyor çorbayı karıştırırken, annem konuşuyor sanıyorum. 

Ne düşünüyorum biliyor musunuz Ece Hanım, bence şu an mektubu okumuyorsunuz bile. Gururunuzu kırmış olmalıyım. Ne garip, vicdan azabı duymuyorum. İnsanlığımı mı yitiriyorum? Emin olamıyorum. İnsan yalnızken hiçbir şeyden emin olamıyor.

Daha fazla yazmak isterdim ancak bir şeyler öğretmem gereken öğrencilerim var. Derse gitmeliyim. Eğer sinirleriniz dinerse ve gelip okursanız mektubu, belki yazma isteği doğar içinizde, kim bilir?

Hoşça kalın, kalbinizi kırdımsa da beni affedin. Annem öğretmişti, bir kalp kırarsam Kabe'yi yıkmışım gibi öfkelendirirmişim Rabb'i. Peygamber söylemiş bunu, annem öyle demişti. 

Neyse. Kendinize iyi bakın. Allah'a ısmarladık.

Bünyamin."

Yüreğim acıyla buruk, gözlerim göz yaşıyla doluydu. Beni hiç kızdırmamıştı, kırılmamıştım da. Çünkü ne yazık ki anlıyordum onu. Tek olmak. Koskoca evrende bir başına olmak nasıldı, biliyordum. Fakat o benden daha yalnız hissediyor olmalıydı, çevresinde kimsecikler yoktu.

Yazmak istemiyordum. Yazacak tek bir sözüm yoktu. Ne diyecektim ki? Yalnız olmanıza üzüldüm, Allah iyilik versin, mi? Sizi anlıyorum, ben de bir tek mercimek çorbası, makarna ve pilav yapmasını biliyorum, mu? Allah aşkına, böylesine içli bir mektup karşısında ne desem eğreti durmazdı ki?

Mektubu bir kez daha okudum. Her bir satırda yeniden acıdı yüreğim. Yeniden yalnızlıktan kurtulmasını diledim. Ancak elim kalem ve kağıda gitmedi. Yazamadım. Yazmak korkutucu geldi o an, faydasız ve gereksiz hissettim.

Çorbayı unuttum, soğudu gitti. Ağrıyan boğazım biraz daha kurudu ve kanepede uyuyakaldım. O sırada parmaklarımın arasında dokusu ipeği andıran tek bir saman kağıdı vardı.

xxx

*aslında bu söz Kaan'ın. Kaan Boşnak her yüzyıla uyum sağlayabileceği için onu aldım ve 1982'ye götürdüm. onu bir şair yaptım. gerçi, şimdi de bir şair değil mi?

kurguyla ilgili düşünceleriniz belirtiniz lütfen, minnet duyarım.

posta kutusu ruhlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin