Milyonlarca papatya ile çevreli küçük bir tepecikti. Gün batımı tüm güzelliği ve canlılığı ile gözüküyordu. Esen ılık rüzgar ile manzara karşısında nefesimi tutmuş öylece bakakalmıştım.
Yavaş yavaş şoktan kurtulurken başka bir manzara çekti dikkatimi. Gördüğüm gün batımı aynı güzelliği ile işlenmişti orta boy tuvale. Sarı renkten kızıl renge geçişi o kadar güzel yansıtılmıştı ki gerçeğinden ayırt edilemezdi. Görüş alanıma fırçayı adeta tuvalin üstünde dans ettiren eller girdi. Damarlı ve kar beyazıydı. İnececik bilekler, birden çok bileklikler ile süslenmişti.
Saçlarını gördüm sonra... Gecenin siyahlığını çekmişti üstüne. Dalgalı saçları ılık esen rüzgarla birlikte dans ediyordu. Hafif eğik duran omuzları ve belirgin olan omuriliğini kapatan ince beyaz bir tişört giyiyordu. Belinin inceliğini belli eden mavi bir önlük vardı üzerinde. Gördüğüm manzara bu manzaranın yanında bir hiç olmuştu.Karşımdaki manzaraya dalmışken, beni buraya getiren asıl şeyin havlama sesiyle irkildim. O eşsiz manzaranın sahibi hafifçe döndü arkasına. Parlak, yuvarlak yüz, minik burun ve gördüğüm en güzel pembelikte ki dudaklar...
Kar beyazı elleri ile okşadı köpeğin başını usulca. Köpeğin zıplayarak yüzünü yalaması ile gördüğüm manzara daha da güzelleşti. O gülünce gözleri kısılıyor ve diş etleri gözüküyordu. Öyle güzel gülüyordu ki tekrardan nerede olduğumu, kim olduğumu unutturmuştu bana.
Ta ki içinde binlerce galaksi barındıran gözlerini gözlerime kilitleyene kadar.
Adeta çekilmiştim galaksisin içine. Öyle derin bakıyordu ki yıllarca kalsam orada sesimi bile çıkarmazdım. Bir an sanki aşina olduğumu hissettim bu irislere. Ama hayır ilk kez görüyordum siyahlarını.
Yavaşça ayaklandı oturduğu minik taburesinden. Tüm vücudumu yalayıp geçen elektirik hissiyle silkelendim. Ellerim tutmuyordu sanki. Hayır cidden tutmuyordu! Elimdeki kırmızı top düşünce anlam veremedim olduğum duruma. O an hızlıca oradan uzaklaşmak geldi içimden. Neler oluyordu ki bana?.. Evet uzaklaşmalıydım.Yavaş adımlarla bana yaklaşan bedene arkamı dönüp son gücümle, nefes bile almadan koşmaya başladım.
Kulağıma gelen eşsiz sese aldırmadan koşmaya devam ettim.'Hey! Bekle!'
Koşarken hiçbir şey düşünemiyordum. Anlam vermiyordum... Çocukların bulunduğu alana döndüğümde çoktan toparlandıklarını gördüm. Hava kararmıştı, Jungkook ve Tae yoktu. Muhtemelen beni merak edip aramaya çıkmışlardı. Nefes nefese kalmıştım. Dizlerime tutunup soluklanırken omzuma değen ellerle irkildim. Jimin korku dolu ve endişeli bir suratla bana bakıyordu.
'Hyung sen nerdesin yha! Öldük meraktan. Ne zaman ortadan kaybolduğunu anlamadık bile. Ayrıca hava karardı ve biz bir ormanın içindeyiz! Giderken insan bir haber verir! Ne oldu sana? Neden nefes nefesesin?'
O kadar hızlı sıralanmıştı ki cümlelerini zaten karışık olan beynimle dediklerini anlamak imkansız olmuştu. Endişeli gözlerini görünce bir şeyler söylemem gerektiğini anladım.
' Ben... Korkma Jimin. Şey ben... Yürüyüşe çıkmıştım. Sonra bir köpek gördüm ve oynamaya başladım zamanın nasıl geçtiğini ve ne zaman havanın karardığını anlamamışım. Fark edince koşarak geldim.'
Neden eksik anlatmıştım ki hikayeyi?
Vücuduma dolanan bedene sarıldım. Kalp atışları benimki kadar hızlıydı. Endişelenmişti, belliydi. Ama yine de birilerinin benim için endişelenmiş olması hoşuma gitmişti o an. Sarı saçlarının düştüğü alnına kalp şekilli dudaklarımı bastırdım. Hafifçe gülümsedi. Sonra bir şeyi fark etmiş gibi aniden surat ifadesini değiştirdi. Cebinden telefonunu çıkarttı;
'Tae ve Kook' a heber vermeyi unuttum. Yaklaşık iki saattir seni arıyordı da! '
Yine sinirli surat ifadesini takınmıştı yüzüne. Siniri geçer belki diye hafifçe gülümsedim ama göz devirmekle yetindi. Bugün fazlasıyla Jimin'i dinlemek zorunda kalıcaktım anlaşılan.
Kook ve Taehyung'a da açıklama yapınca yola koyulduk. Yol boyunca düşündüğüm gibi Jimin'in azarını işitmiştim. Gönlünü almaya çalışmıştım ama ikna olmamıştı. Otobüsten inmiş ve yurda giden sokakta ilerliyorduk. Yanımızda Jungkook yoktu. Onun evi bize nazaran biraz daha uzaktı. Bir sondaki durakta inecekti.
Uzun süre surat asıp konuşmayan Jimin sonunda konuşmaya karar vermişti:
'Bizi bu kadar meraklandırmanın bir cezası olmalı hyung!'
Tae:
'Şuan diyeceğime ben de inanamıyorum ama Jimin haklı hyung. Bence haftaya pazar günü için benim yerime ödevlerimi tamamlayabilirsin.'
'Sen nasıl bir insansın cidden aklım almıyor Tae. Her durumda kendine pay çıkartıyorsun ya büyük yetenek.'
'Oww beni övdüğünüz için teşekkür ederim minik şey.'
'Bana bir daha minik şey deme dememişmiydim ben sana! Ben minik değilim! Minyon tipliyim sadece..'
Taehyung'un alaycı kahkahası tüm sokakta yankılanmıştı. Ben ise onların varlığını çoktan unutmuş aklımda sürekli tekrarlanan manzarayı ve olanları düşünüyordum...
~
Nasıl oldu bilmiyorum ama ikinci bölümü de tamamladım 🙈 Bu bölüm biraz kısa oldu ama uzun bölümler de gelicek. Umarım beğenirsiniz. Fikirlerini yazmayı unutmayın 💜
Şimdiden teşekkür ederim..Öyle güzel bakıyorsunsuz ki birbirinize.. Bambaşka bir dünya sizinkisi...
Şu küçük ayrıntılara ölebilirim :'))
~
Kısa zamanda tekrar görüşmek üzere..
Sope ile kalın ♡ Kendinize iyi bakın ve her zaman gülümseyin... :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUKHA - Sope [Tamamlandı]
Fiksi Penggemar"Önce papatyaları dizdi teker teker boynuma.. O kadar nazikti ki elleri varlığını unutturuyordu insana. Yaklaşıp fısıldadı kulağıma hayran olduğum sesiyle 'Bu çiçekler senin kokun ve güzelliğinin yanında çok sönük kalıyor Hoseok' °Sukha; Sanskritçed...