Üzerinde tül inceliğinde bir beyaz gömlek var Musa'nın. Gözleri dalgın, ifadesi buruk. Yürüyor, sırtını büken acılarını bir ninni gibi durmadan şakıyor yüreğinin en derinlerinde. Hiç geçmiyor bu duygu bedeninden. Bir kene gibi yapışmış şah damarına sömürüyor bütün benliğini.
Taş yolda yokuş yukarı yürürken gözlerine düşüyor Süreyya'sının tebessümü. Göğsü özlemle şişiyor, kalbi tekliyor ve nefesi sığlaşıyor. Anılar acıtıyor Musa'nın yalnız kalmış yüreğini. Öyle acıtıyor ki Musa bazen daha fazla dayanamayacak gibi hissediyor. Acıyla bir tebessüm ediyor. İlerlediği bu yolun sonunda özlemiyle yanıp kül olduğu kadın var ne de olsa.
Ağır adımlarını hızlandırıyor. O yürüdükçe insanlar çıkıveriyor evlerinin pencerelerine.
Sanki kalbi dile gelmiş tüm mahalleyi ayağa kaldırıyor. Meraklı gözler heybetli bedeni üzerinde izinsizce dolanıyor. Kimi ona acıyor, kimi onu arzuluyor.
Oysa o sadece Süreyya'sını düşünüyor.Bir tek o.
Taş yol bir çiçek tarlasının başlangıcında son buluyor. Musa kavurucu güneşe rağmen cap canlı görünen bu kırmızı çiçeklere bakıyor. Buğday rengi gözleri, ah o Süreyya'nın içini merhametiyle ısıtan buğday rengi gözleri o çiçeklere bakarken Süreyya'yı anımsıyor yine.
Omzundan aşağı dökülen siyah dalgalı saçlarına taktığı kırmızı gül ne de yakışmıştı Süreyya'nın gülüşüne. Ya ilk dans edişleri... Ne güzeldi o gün, ne özeldi.
Tarlanın toprak yolunda yürümeye devam ediyor Musa. Tepesinde varlığını sürdüren güneş terletiyor alnını. Elinin tersiyle alnını silip altın sarısı saçlarını düzeltiyor. Süreyya'sına gidiyor ne de olsa güzel görünmesi gerek.
Tarlanın bitiminde ağaçların çevrelediği, kuşların ürkütücü şarkılar söylediği o yer görünüyor. Musa’nın kalbi sanki boğuluyor, nefes alamıyor bir süre adımları da duruyor. Öylece bekliyor dikildiği yerde. Buğday rengi gözleri uzaklara dalmış, parmakları sinirle avucuna batmış bekliyor. Avuçlarına üç küçük tırnak izi çiziyor burukça. Avuç içleri sızlıyor.
"Ne de zorlaşıyor her seferinde sana gelmek," diye fısıldıyor kendi kendine. Sesinde öyle güzel bir sevda vurulmuş ki kurtarılması için bir mucize gerek.
İlerliyor. İlerledikçe ruhu Süreyya'sına doğru koşuyor. Demir kapıdan içeri giriyor. Her yer o kadar sessiz ki bu sessizlik Musa'yı çok daha üzüyor. Dar aralıklardan geçiyor otların arasından yürüyor ve sonunda ona ulaşıyor.
"Musa abi" diye bir ses duyuyor tam kalbi prangalarını kopartıp çığlık çığlığa Süreyya için ağlayacakken.
"Derin?" diye yanıtlıyor Musa küçük çocuğu. Mezarlığın yamacında dizlerinin üzerine çökmüş çocuğun minik bedenine bakıyor. Ağlamak istiyor ama çocuğu kötü etkilemekten korkuyor.
"Yine geldin abi," diyor Derin burukça. Musa'dan sonra Süreyya için en çok minik Derin üzülmüştü. Süreyya ablasının yokluğuna bir türlü alışamıyor, deniz sokağından her geçtiği vakit gözleri Süreyya ablasını arıyordu. Minik Derin küçük kalbinde kocaman bir acıyı taşıyordu.
"Geldim ya," diyor Musa gülümsemeye kendini zorlayarak.
"Süreyya ablamı hala çok seviyorsun dimi abi?" diye soruyor Derin Süreyya'nın mezarına bakarak. Musa küçük çocuğun yanına çöküyor. Avucunu Derin'in yanağına yaslayıp şefkat dolu bakışlarını çocuğunun gözlerine çeviriyor.
"Seviyorum tabii, sevmez miyim? Eskisinden daha çok seviyorum onu." Yalnız olsaydı eğer ağlayacaktı. Bunu biliyordu Musa. Ancak bu küçük çocuk ona mani oluyordu. Kalbi deli gibi atıyor elleri titriyor Musa'nın. Yamacında durdukları toprağın altında Süreyya'sı sessizce yatıyor, belki de gökyüzünden onu izliyordu.
"Hep sev onu abi. Başka kimseyi sevme. O hep seni sevdi." Musa çocuğun dediğine tebessüm ederek elini çocuğun saçlarına daldırıp karıştırıyor, kısık gözlerinin ardına ittiği hüzün bulutlarını gölgelemeye çalışıyor.
"Bir tek o," diye mırıldanıyor Musa. Zihninde güllerin arasında dans ettikleri gün beliriyor. Süreyya'yla birbirlerine ettikleri yeminler çınlıyor kulaklarında.
Sen sözünü tuttun kır papatyası, diye geçiriyor içinden Musa. Gözleri toprak tepeciğinin üzerine dikilmiş tahta parçasının üzerinde yazan ismin üzerinde geziniyor. Kalbi bir türlü inanmak istemiyor Süreyya'sının burada olduğuna. Şimdi çıkıp gelse bunca gün neredeydin diye sorgulamaz sıkıca sarılıp ağlardı. Öyle özlemişti onu.
"Ben gideyim abi. Siz biraz yalnız kalın. Hadi görüşürüz ablama iyi bak, üzme onu." diyor Derin ve küçük ellerini ceplerine koyarak gidiyor. Musa hala tahta parçasının üzerindeki isme bakıyor.
Süreyya Çeviker.
Hemen Süreyya'nın yanı başındaki mezarda Kadim Çeviker ve diğer yanında ise Füsun Çeviker'in mezarı bulunuyor. Süreyya'nın anne ve babasının ortasında uyumasını Musa istemişti. Böylesi en azından içine bir nebze su serpebilirdi.
"Sana güzel anlar yaşatmak istedim hep. Seni mutlu etmek istedim." Elini kuru toprağın üzerinde gezdiriyor. Onu hissedememek kalbini parça parça ediyor. Keşke sen değilde ben yatıyor olsaydım bu toprağın altında diye düşündüğü binlerce andan birini daha yaşıyor Musa. Yalnızlığın sunduğu özgürlükle akıtıyor gözlerindeki acıları. Süreyya olsaydı yanında silerdi hemen acılarını.
"Çok vakitsiz gittin Süreyya." diyor Musa. Kalbi göğsünün içinde dört dönüyor. En çok da Süreyya'nın son nefesinde yanında olamadığı için kahroluyor. Kim bilir ne kadar acı çekmişti o an? Tüm bunları düşünmek Musa'yı sanki delirtiyor.
"Beni böyle bir başıma anılarımızla yalnız bıraktığın için sana kızgınım aslında. Canım o kadar acıyor ki hiçbir şey deva olmuyor bu acıya. Varsın olmasında zaten sen yoksan devam. " Musa toprağın üzerinde elini yavaşça gezdiriyor. Başını, Süreyya'nın başını örten toprağın üzerine yaslıyor. Süreyya'nın sesini duyumsuyor. Onun o sihirli ses tonu kulağında tatlı bir masal gibi çınlarken Musa ağırlaşan göz kapaklarını gözlerinin üzerine örtüyor.
"Süreyya," diyor içli içli. Göz yaşları burnundan kayarak toprağın üzerine düşüyor. Kalbinde sanki şimşekler çakıyor göğsünü titretiyor.
"Uyusam ya burada. Senin yanında." diyor uykulu bir sesle. "Toprağın bile huzur veriyor Süreyya."
Tam uyumaya niyetlenmişken, "Oğlum..." diyor bir kadın sesi. Musa başını kaldırma gereği duymuyor. Gözlerini daha sıkı kapıyor.
"Saat geç oldu. Gelmeyince merak ettim. Hadi eve gidelim oğlum." İnkar sözcükleri dilinin ucunda dolanıyor. Gitmek istemiyor Musa. Burada olmak istiyor.
"Anne," diyor kısık sesle. "Nasıl giderim ben? Bir kez gittim aldılar onu benden gördün."
"Yapma böyle oğlum." Kadın Musa'nın omuzlarından tutup kalkmasına yardım ediyor. Gözlerindeki yaşı buruşmuş elleriyle silip başını göğsüne saklıyor sıkı sıkı sarılıyor Musa'ya.
Musa tüm acılarını sırtlayıp küçük bir oğlan çocuğu gibi annesine sığınıyor. Güneş batıyor, gökyüzü üzerini yıldızlarla kaplı siyah örtüsüyle örtüyor. Süreyya'sına veda ediyor Musa, yarın yine geleceğine dair söz veriyor kendine gitmeden önce.
Yemin ederim tanımam ondan başka sevda...
***
Selam.
İsterdim ki içinizi ısıtacak bir bölüm yazayım ancak hem sizin isteğiniz doğrultusunda hem de biraz benim ruh halim doğrultusunda böyle bir bölüm yazdım. Mezarlık bölümü aslında ikinci kitapta geçecekti bu yüzden böyle bir bölüm yazmak aklımda yoktu fakat bu aralar sağlık sorunlarım ve psikolojik olarak kötü bir halde olduğum için ikinci kitabı yazıp yazmama konusunda emin değilim. Bu yüzden en azından özel bölümde okumuş olun istedim biraz da. Neyse. Hepinizi çok seviyorum. Bu hikayede bana yorumlarınızla destek olduğunuz, benimle olduğunuz için de teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜREYYA'NIN ÖLÜMÜ (KİTAP OLDU)
RomanceBaşımda yıldızlardan bir tac, yaşım yirmi sekiz. Adım Süreyya. Süreyya Çeviker ve ben az önce öldüm. Öldürüldüm. İlk yayımlanma tarihi: 11.07.2019